Ahmet Cemal 
Translator

on Lyrikline: 14 poems translated

from: nemščina to: turščina

Original

Translation

Hôtel de la Paix

nemščina | Ingeborg Bachmann

Die Rosenlast stürzt lautlos von den Wänden,
und durch den Teppich scheinen Grund und Boden.
Das Lichtherz bricht der Lampe.
Dunkel. Schritte.
Der Riegel hat sich vor den Tod geschoben.

© Piper Verlag GmbH, München 1978
from: Gedichte Erzählungen Hörspiel Essays 1964.
Heute in: Werke Band 1
München: Piper, 1978
ISBN: 3-492-11700-7
Audio production: Norddeutscher Rundfunk 1957

Hôtel de la Paix

turščina

Güller dökülmekte sessizce duvarlardan,
yer ve toprak ortaya çıkmış halının altından.
Kırılmış lambanın ışıktan yüreği.
Karanlık. Ayak sesleri.
Sürgülenmiş kapılar, ölümlerin ardından.

Çeviri (Translation): Ahmet Cemal
Toplu Şiirler, Yapi Kredi Yayinlari, 4th Edition, Istanbul 2016

Erklär mir, Liebe

nemščina | Ingeborg Bachmann

Dein Hut lüftet sich leis, grüßt, schwebt im Wind,
dein unbedeckter Kopf hat’s Wolken angetan,
dein Herz hat anderswo zu tun,
dein Mund verleibt sich neue Sprachen ein,
das Zittergras im Land nimmt überhand,
Sternblumen bläst der Sommer an und aus,
von Flocken blind erhebst du dein Gesicht,
du lachst und weinst und gehst an dir zugrund,
was soll dir noch geschehen –

Erklär mir, Liebe!

Der Pfau, in feierlichem Staunen, schlägt sein Rad,
die Taube schlägt den Federkragen hoch,
vom Gurren überfüllt, dehnt sich die Luft,
der Entrich schreit, vom wilden Honig nimmt
das ganze Land, auch im gesetzten Park
hat jedes Beet ein goldner Staub umsäumt.

Der Fisch errötet, überholt den Schwarm
und stürzt durch Grotten ins Korallenbett.
Zur Silbersandmusik tanzt scheu der Skorpion.
Der Käfer riecht die Herrlichste von weit;
hätt ich nur seinen Sinn, ich fühlte auch,
daß Flügel unter ihrem Panzer schimmern,
und nähm den Weg zum fernen Erdbeerstrauch!

Erklär mir, Liebe!

Wasser weiß zu reden,
die Welle nimmt die Welle an der Hand,
im Weinberg schwillt die Traube, springt und fällt.
So arglos tritt die Schnecke aus dem Haus!

Ein Stein weiß einen andern zu erweichen!

Erklär mir, Liebe, was ich nicht erklären kann:
sollt ich die kurze schauerliche Zeit
nur mit Gedanken Umgang haben und allein
nichts Liebes kennen und nichts Liebes tun?
Muß einer denken? Wird er nicht vermißt?

Du sagst: es zählt ein andrer Geist auf ihn ...
Erklär mir nichts. Ich seh den Salamander
durch jedes Feuer gehen.
Kein Schauer jagt ihn, und es schmerzt ihn nichts.

© Piper Verlag GmbH, München 1978
from: Anrufung des Großen Bären 1956.
Heute in: Werke Band 1
München: Piper, 1978
ISBN: 3-492-11700-7
Audio production: Norddeutscher Rundfunk 1957

Anlat bana, aşk

turščina

Şapkan çıkıyor hafifçe, selam verip havada dolanıyor,
çıplak başın sanki bulutlara doğrulmuş,
yüreğin ise çok başka yerlerde,
ağzın yeni diller ekliyor bildiklerine,
çayır güzelleri artmakta her yanda,
yıldız çiçeklerini solumakta yaz mevsimi,
tanelerle körleşmiş olarak kaldırıyorsun yüzünü,
gülüyorsun, ağlıyorsun ve kendin gidiyorsun yıkıma,
daha nelerle karşılaşacaksın –

Anlat bana, aşk!

Tavus kuşu ağırbaşlı bir şaşkınlıkla açıyor yelpazesini,
güvercin, tüylerle örülü yakasını kaldırıyor,
guruldamalarla dolan hava, esnedikçe esniyor,
ördek bağırıyor, bütün ülke tadıyor yaban balından,
ve özenle düzenlenmiş olan parkta bile
her tarhın etrafında altın toz yığınları toplanmış.

Kızıllaşan balık, sürüyü geride bırakıp
mağaradan geçiyor ve mercan tarlalarına koşuyor.
Kumların gümüş fırtınasında dans ediyor akrep.
Böcek, en güzelin kokusunu ta uzaklardan alıyor;
yalnızca duyuları olsaydı bende, algılayabilirdim
zırhının altından kanatların parladığını,
ve yola koyulurdum, uzaklardaki böğürtlenler için!

Anlat bana, aşk!
Konuşmasını biliyor sular,
dalga, dalganın elinden tutuyor,
bağda tombullaşan üzüm tanesi, düşüyor.
Öylesine iyimser ki salyangoz, evinden çıkarken!

Birbirlerini yumuşatmasını biliyor taşlar!

Anlat bana, aşk, benim kendime anlatamadığımı:
biçilen bu kısa ve korkunç zaman boyunca,
yalnız düşüncelerle yetinmek, buna karşılık
hoş bir şeyler yapmamak ve tatmamak mı yazgım?
Düşünmek zorunda mı insan? Algılanmaz mı yokluğu?

Diyorsun ki: bir başkasıdır ona güvenen...
Anlatma hiçbir şey. Görüyorum semenderi
her ateşin içinden geçerken.
Ne korkuyla kaçmakta, ne de acı çekiyor.

Salıncak yedi tepeyi kaçırdığında
yukarılara, kendisi de kaymakta
bizim ağırlığımızla ve kucaklayışlarımızla
karanlık sulara,

dalmakta nehrin çamuruna, ta ki kucağımızda
toplanana kadar balıklar.
Sıra bize geldiğinde ise,
uzaklaşıyoruz.

Tepeler batıyor,
biz yükseliyoruz ve bölüşüyoruz
her balığı geceyle.

Kimse atlamıyor dışarıya.
O kadar kesin, yalnızca aşkın
ve insanların birbirlerini yücelttikleri.

Çeviri (Translation): Ahmet Cemal
Toplu Şiirler, Yapi Kredi Yayinlari, 4th Edition, Istanbul 2016

Curriculum Vitae

nemščina | Ingeborg Bachmann

Lang ist die Nacht,
lang für den Mann,
der nicht sterben kann, lang
unter Straßenlaternen schwankt
sein nacktes Aug und sein Aug
schnapsatemblind, und Geruch
von nassem Fleisch unter seinen Nägeln
betäubt ihn nicht immer, o Gott,
lang ist die Nacht.

Mein Haar wird nicht weiß,
den ich kroch aus dem Schoß von Maschinen,
Rosenrot strich mir Teer auf die Stirn
und die Strähnen, man hatt’ ihr
die schneeweiße Schwester erwürgt. Aber ich,
der Häuptling, schritt durch die Stadt
von zehnmalhunderttausend Seelen, und mein Fuß
trat auf die Seelenasseln unterm Lederhimmel,
    aus dem
zehnmalhunderttausend Friedenspfeifen
hingen, kalt. Engelsruhe
wünscht’ ich mir oft
und Jagdgründe, voll
vom ohnmächtigen Geschrei
meiner Freunde.

Mit gespreizten Beinen und Flügeln,
binsenweis stieg die Jugend
über mich, über Jauche, über Jasmin ging’s
in die riesigen Nächte mit dem Quadrat-
wurzelgeheimnis, es haucht die Sage
des Tods stündlich mein Fenster an,

Wolfsmilch gebt mir und schüttet
in meinen Rachen das Lachen
der Alten vor mir, wenn ich in Schlaf
fall über den Folianten,
in den beschämenden Traum,
daß ich nicht taug für Gedanken,
mit Troddeln spiel,
aus denen Schlangen fransen.

Auch unsere Mütter haben
von der Zukunft ihrer Männer geträumt,
sie haben sie mächtig gesehen,
revolutionär und einsam,
doch nach der Andacht im Garten
über das flammende Unkraut gebeugt,
Hand in Hand mit dem geschwätzigen
Kind ihrer Liebe. Mein trauriger Vater,
warum habt ihr damals geschwiegen
und nicht weitergedacht?

Verloren in den Feuerfontänen,
in einer Nacht neben einem Geschütz,
das nicht feuert, verdammt lang
ist die Nacht, unter dem Auswurf
des gelbsüchtigen Monds, seinem galligen
Licht, fegt in der Machttraumspur
über mich (das halt ich nicht ab)
der Schlitten mit der verbrämten
Geschichte hinweg.
Nicht das ich schlief: wach war ich,
zwischen Eisskeletten sucht’ ich den Weg,
kam heim, wand mir Efeu
um Arm und Bein und weißte
mit Sonnenresten die Ruinen.
Ich hielt die hohen Feiertage,
und erst wenn es gelobt war,
brach ich das Brot.

In einer großspurigen Zeit
muß man rasch von einem Licht
ins andre gehen, von einem Land
ins andre, unterm Regenbogen,
die Zirkelspitze im Herzen,
zum Radius genommen die Nacht.
Weit offen. Von den Bergen
sieht man Seen, in den Seen
Berge, und im Wolkengestühl
schaukeln die Glocken
der einen Welt. Wessen Welt
zu wissen, ist mir verboten.

An einem Freitag geschah’s
– ich fastete um mein Leben,
die Luft troff vom Saft der Zitronen
und die Gräte stak mir im Gaumen –
da löst’ ich aus dem entfalteten Fisch
einen Ring, der, ausgeworfen
bei meiner Geburt, in den Strom
der Nacht fiel und versank.
Ich warf ihn zurück in die Nacht.

O hätt ich nicht Todesfurcht!
Hätt ich das Wort,
(verfehlt ich’s nicht),
hätt ich nicht Disteln im Herz,
(schlüg ich die Sonne nicht aus),
hätt ich nicht Gier im Mund,
(tränk ich das wilde Wasser nicht),
schlüg ich die Wimper nicht auf,
(hätt ich die Schnur nicht gesehn).

Ziehn sie den Himmel fort?
Trüg mich die Erde nicht,
läg ich schon lange still,
läg ich schon lang,
wo die Nacht mich will,
eh sie die Nüstern bläht
und ihren Huf hebt
zu neuen Schlägen,
immer zum Schlag.
Immer die Nacht.
Und kein Tag.

© Piper Verlag GmbH, München 1978
from: Anrufung des Großen Bären 1956.
Heute in: Werke Band 1
München: Piper, 1978
ISBN: 3-492-11700-7
Audio production: Norddeutscher Rundfunk 1957

Curriculum vitae

turščina

Uzundur gece,
uzundur, ölemeyen
adam için, uzun süre
yalpa vurur çıplak bakışları
sokak lambalarının altında,
içkili soluğuyla körleşen gözleri
ve tırnaklarının altındaki et kırıntılarının
kokuları, uyuşturmaz her zaman, Tanrım,
uzundur gece.

Beyazlaşmıyor saçlarım,
çünkü ben, makinelerin rahminden çıktım
sürünerek, çamkatranı pembe bir çizgi
çekmiş alnıma ve saç örgüsüne,
saçlarda karbeyazı boğulmuş. Ama ben,
büyük reis, yürüdüm onçarpıyüzbin
ruhluk kent boyunca ve ayaklarım,
onçarpıyüzbin soğumuş barış çubuğunun sarktığı,
deri kaplı gökyüzünün altında kırkayaklar gibi
kaynaşan ruhlara bastı. Çoğu kez
meleklerin huzurunu istedim kendime,
bir de, dostlarımın çaresizlik çığlıklarıyla
dolmuş av bölgelerini.

Ayakları ve kanatları iki yana açılmış,
herkesin bildikleriyle havalandı gençliğim,
kirli su birikintilerinin ve yaseminlerin üzerinden
uçularak varıldı, kare köklerinin gizini saklayan gecelere,
şimdi ölümün söylencesi, sanki her saat penceremde,
kurt sütü verin bana ve gırtlağıma benden öncekilerin
kahkahalarını akıtın, eğer sayfaların üstünde
uyuyakalırsam, ve eğer görürsem utandırıcı bir düşte
düşünmeyi beceremediğimi, ancak yılan biçimi
saçakların püskülleriyle oynayabildiğimi.

Annelerimiz de düşlemişlerdi
erkeklerinin geleceğini,
pek etkileyiciydi gördükleri,
her biri devrimci ve yalnızlığına gömülmüş,
ama bahçede, duanın ardından,
yalazlanmış otların üstüne eğildiklerinde,
aşklarının geveze çocuğuyla eleleydiler.
Söyle, benim kederli babacığım, neden
susmuştunuz o zamanlar,
düşünmeyi sürdürecek yerde?

Gecelerden birinde, yitip gittiğinde insan,
ateş etmeyen bir topun yanında
ve ateş fıskiyelerinin ortasında,
kahredesiye uzundur gece; sarılık olmuş
ayın atığının, safra rengi bir ışığın altında,
iktidar özlemiyle dolu bir düşün ardından
fırtına gibi geçip gitti (engellemediğim) kızak,
içinde kürklere bürünmüş tarihle birlikte.
Uyuduğumdan değil: uyanıktım aslında,
buz iskeletlerinin arasında aradım yolumu,
eve döndüm, kollarıma sarmaşıklar doladım
ve bacaklarıma, güneşin kalıntılarının yardımıyla
yıkıntıları aklaştırdım.
Kutladım büyük bayramları,
ve ancak müjdelendikten sonra,
ekmeği ikiye ayırdım.

Büyük izler bırakan bir zamanda,
çabuk gitmelidir insan, bir ışıktan
ötekine ya da bir ülkeden bir başkasına,
gök kuşağının altında, pergelin ucu yürekte,
odak noktası alınan ise, gece.
Alabildiğine açık. Dağlardan
göller, göllerin içinde dağlar görünür,
ve bulutların arasında, çalar
birinin dünyasının çanları.
Kimin dünyası olduğunu öğrenmek ise
bana yasaklanmıştır.
Bir Cuma günü oldu
–oruçluydum yaşamım adına,
havadan sanki limon suyu damlamaktaydı
ve kılçıklar saplanmıştı damağıma–
o sırada bir yüzük çıkardım
açılan balığın içinden, doğumumda
gecenin nehrine atılmış ve batmıştı.
Onu geceye geri verdim.

Ah, keşke korkmasaydım ölümden!
Bulabilseydim sözcükleri,
(kaçırmasaydım),
dikenler olmasaydı yüreğimde,
(güneşi vurabilseydim),
olmasaydı ağzımda bu susamışlık,
(vahşi suları içmeseydim),
açmasaydım kirpiklerimi,
(sicimi görmeseydim).

Gökyüzü mü çekip götürdükleri?
Taşımasaydı eğer yeryüzü beni,
çoktan uzanmış yatıyor olurdum,
çoktan yatardım, gecenin
olmamı istediği yerde,
daha kabartmadan burun deliklerini
ve ayağını kaldırmadan
yeni darbeler için,
hep peşinde yeni darbelerin.
Hep gece.
Ve gün, hiç yok.

Çeviri (Translation): Ahmet Cemal
Toplu Şiirler, Yapi Kredi Yayinlari, 4th Edition, Istanbul 2016

Das Spiel ist aus

nemščina | Ingeborg Bachmann

Mein lieber Bruder, wann bauen wir uns ein Floß
und fahren den Himmel hinunter?
Mein lieber Bruder, bald ist die Fracht zu groß
und wir gehen unter.

Mein lieber Bruder, wir zeichnen aufs Papier
viele Länder und Schienen.
Gib acht, vor den schwarzen Linien hier
fliegst du hoch mit den Minen.

Mein lieber Bruder, dann will ich an den Pfahl
gebunden sein und schreien.
Doch du reitest schon aus dem Totental
und wir fliehen zu zweien.

Wach im Zigeunerlager und wach im Wüstenzelt,
es rinnt uns der Sand aus den Haaren,
dein und mein Alter und das Alter der Welt
mißt man nicht mit den Jahren.

Laß dich von listigen Raben, von klebriger Spinnenhand
und der Feder im Strauch nicht betrügen,
iß und trink auch nicht im Schlaraffenland,
es schäumt Schein in den Pfannen und Krügen.

Nur wer an der goldenen Brücke für die Karfunkelfee
das Wort noch weiß, hat gewonnen.
Ich muß dir sagen, es ist mit dem letzten Schnee
im Garten zerronnen.

Von vielen, vielen Steinen sind unsre Füße so wund.
Einer heilt. Mit dem wollen wir springen,
bis der Kinderkönig, mit dem Schlüssel zu seinem Reich
    im Mund
uns holt, und wir werden singen:

Es ist eine schöne Zeit, wenn der Dattelkern keimt!
Jeder, der fällt, hat Flügel.
Roter Fingerhut ist’s, der den Armen das Leichentuch
    säumt,
und dein Herzblatt sinkt auf mein Siegel.

Wir müssen schlafen gehn, Liebster, das Spiel ist aus.
Auf Zehenspitzen. Die weißen Hemden bauschen.
Vater und Mutter sagen, es geistert im Haus,
wenn wir den Atem tauschen.

© Piper Verlag GmbH, München 1978
from: Anrufung des Großen Bären 1956.
Heute in: Werke Band 1
München: Piper, 1978
ISBN: 3-492-11700-7
Audio production: Norddeutscher Rundfunk 1957

Oyun bitti

turščina

Sevgili kardeşim, ne zaman bir sal yapacağız kendimize
ve yelken açacağız gökyüzünden aşağıya?
Yakında bu yük çok ağır gelecek, sevgili kardeşim,
ve batacağız uçurumlara.

Sevgili kardeşim, çiziyoruz kâğıdın üstüne,
nice ülkelerle rayların resmini.
Dikkat et siyah çizgilere,
havaya uçuyorsun, görmeyip mayınları.

Sevgili kardeşim, işte o zaman ben istiyorum ki,
bir kazığa bağlanayım çığlıklarla.
Ama sen, at sırtında terk ediyorsun ölüler vadisini
ve kaçıyoruz seninle birlikte.

Uyanığız, ister çingene kampında olsun, ister çöl çadırında,
kumlar saçlarımızın arasından süzülüyor,
ne senin yaşın, ne benimkisi, ne de dünyanınki
yıllarla ölçülüyor.

Sakın aldanma kurnaz kargalara, yapışkan örümceklere
ve çalılara takılıp kalmış tüylere,
yiyip içmeye de kalkma efsane ülkelerinde,
çünkü köpükler, yalnızca görünüştedir tencere ve testilerde.

Yalnızca altın köprüde kızıl yakut için geçerli
parolayı hâlâ bilendir ancak kazanan.
Söylemek zorundayım ki, son kar eriyeli,
o parola da yitip gitti bahçede.
Büyük yaralar aldı ayaklarımız onca taşlarla.
Biri iyileşti. ‹stediğimiz, atlamaktır onun yardımıyla,
çocuk kral, ağzında ülkesinin anahtarlarıyla,
alana kadar bizi, ve o zaman şarkımızın yankılanmasıdır:

Mevsim güzeldir çiçeklendiğinde hurma çekirdekleri!
Kanatları vardır her düşenin.
Kırmızı yüksükotları süsler yoksulların kefenini,
benim mührüme düşer yüreğinin küçük yaprağı.

Artık uyuma vaktidir sevdiceğim, oyun bitti.
Usulca yürümeliyiz. Beyaz gecelikler havalanmakta.
Annemle babama göre hayaletler gezmekte sanki,
biz karşılıklı değiştiğimizde nefeslerimizi.

Çeviri (Translation): Ahmet Cemal
Toplu Şiirler, Yapi Kredi Yayinlari, 4th Edition, Istanbul 2016

Alle Tage

nemščina | Ingeborg Bachmann

Der Krieg wird nicht mehr erklärt,
sondern fortgesetzt. Das Unerhörte
ist alltäglich geworden. Der Held
bleibt den Kämpfen fern. Der Schwache
ist in die Feuerzonen gerückt.
Die Uniform des Tages ist die Geduld,
die Auszeichnung der armselige Stern
der Hoffnung über dem Herzen.

Er wird verliehen,
wenn nichts mehr geschieht,
wenn das Trommelfeuer verstummt,
wenn der Feind unsichtbar geworden ist
und der Schatten ewiger Rüstung
den Himmel bedeckt.

Er wird verliehen
für die Flucht von den Fahnen,
für die Tapferkeit vor dem Freund,
für den Verrat unwürdiger Geheimnisse
und die Nichtachtung
jeglichen Befehls.

© Piper Verlag GmbH, München 1978
from: Die gestundete Zeit. 1953.
Heute in: Werke Band 1
München: Piper, 1978
ISBN: 3-492-11700-7
Audio production: Norddeutscher Rundfunk 1952

Her gün

turščina

Savaş, ilân edilmiyor artık,
sürdürülüyor. ‹nanılmaz olan
sıradanlığa dönüştü. Çarpışmalara
katılmıyor kahraman. Güçsüzler
girdi ateş hattına.
Günün üniforması sabır,
nişan, zavallı yıldızı umudun,
yüreğin tam üstünde.

Yıldız
her şey sona erdiğinde veriliyor,
yaylım ateşi sustuğunda,
düşman görünmez olduğunda
ve sonsuz silâhlanmanın gölgesi
göğü kapladığında.

Yıldız
çarpışmalardan kaçmalar,
arkadaşa kanıtlanan cesaretler,
aşağılık sırların açığa vurulması
ve her türlü buyruğun
yerine getirilmemesi
karşılığında veriliyor.

Çeviri (Translation): Ahmet Cemal
Toplu Şiirler, Yapi Kredi Yayinlari, 4th Edition, Istanbul 2016

Die gestundete Zeit

nemščina | Ingeborg Bachmann

Es kommen härtere Tage.
Die auf Widerruf gestundete Zeit
wird sichtbar am Horizont.
Bald mußt du den Schuh schnüren
und die Hunde zurückjagen in die Marschhöfe.
Denn die Eingeweide der Fische
sind kalt geworden im Wind.
Ärmlich brennt das Licht der Lupinen.
Dein Blick spurt im Nebel:
die auf Widerruf gestundete Zeit
wird sichtbar am Horizont.

Drüben versinkt dir die Geliebte im Sand,
er steigt um ihr wehendes Haar,
er fällt ihr ins Wort,
er befiehlt ihr zu schweigen,
er findet sie sterblich
und willig dem Abschied
nach jeder Umarmung.

Sieh dich nicht um.
Schnür deinen Schuh.
Jag die Hunde zurück.
Wirf die Fische ins Meer.
Lösch die Lupinen!

Es kommen härtere Tage.

© Piper Verlag GmbH, München 1978
from: Die gestundete Zeit. 1953.
Heute in: Werke Band 1
München: Piper, 1978
ISBN: 3-492-11700-7
Audio production: Norddeutscher Rundfunk 1952

Ertelenmiş zaman

turščina

Daha çetin günler gelmekte.
Bir zaman ki, geri çağrılmak üzere
ertelenmiş, görünüyor şimdi ufukta.
Bağlamalısın artık neredeyse pabuçlarını,
köpekleri de kovmalısın toplanma yerlerine.
Çünkü balıkların bağırsakları
buz kesmiş rüzgâr altında.
Yoksul bir ışık vermekte kandiller.
Bakışların bir hayalet olmuş sisler denizinde:
bir zaman ki, geri çağrılmak üzere
ertelenmiş, görünüyor şimdi ufukta.

Ötelerde sevgilin, gömülmekte yavaş yavaş,
dalgalanan saçlarına kadar yükselmiş kum,
sözünü kesiyor konuştuğunda,
susması için emir vererek,
ölümlüdür nasılsa sevgilin kumlara göre
ve ayrılışlara da gönüllü,
her kucaklaşmanın ardından.

Bakma etrafına.
Bağla pabuçlarını.
Geri kovala köpekleri.
Dök balıkları denize.
Söndür kandilleri!

Daha çetin günler gelmekte.

Çeviri (Translation): Ahmet Cemal
Toplu Şiirler, Yapi Kredi Yayinlari, 4th Edition, Istanbul 2016

Herbstmanöver

nemščina | Ingeborg Bachmann

Ich sage nicht: das war gestern. Mit wertlosem
Sommergeld in den Taschen liegen wir wieder
auf der Spreu des Hohns, im Herbstmanöver der Zeit.
Und der Fluchtweg nach Süden kommt uns nicht,
wie den Vögeln, zustatten. Vorüber, am Abend,
ziehen Fischkutter und Gondeln, und manchmal
trifft mich ein Splitter traumsatten Marmors,
wo ich verwundbar bin, durch Schönheit, im Aug.

In den Zeitungen lese ich viel von der Kälte
und ihren Folgen, von Törichten und Toten,
von Vertriebenen, Mördern und Myriaden
von Eisschollen, aber wenig, was mir behagt.
Warum auch? Vor dem Bettler, der mittags kommt,
schlag ich die Tür zu, denn es ist Frieden
und man kann sich den Anblick ersparen, aber nicht
im Regen das freudlose Sterben der Blätter.

Laßt uns eine Reise tun! Laßt uns unter Zypressen
oder auch unter Palmen oder in den Orangenhainen
zu verbilligten Preisen Sonnenuntergänge sehen,
die nicht ihresgleichen haben! Laßt uns die
unbeantworteten Briefe an das Gestern vergessen!
Die Zeit tut Wunder. Kommt sie uns aber unrecht,
mit dem Pochen der Schuld: wir sind nicht zu Hause.
Im Keller des Herzens, schlaflos, finde ich mich wieder
auf der Spreu des Hohns, im Herbstmanöver der Zeit.

© Piper Verlag GmbH, München 1978
from: Die gestundete Zeit. 1953.
Heute in: Werke Band 1
München: Piper, 1978
ISBN: 3-492-11700-7
Audio production: Norddeutscher Rundfunk 1952

Sonbahar manevrası

turščina

Dündü diyip geçmiyorum. Ceplerimizde bitmiş
bir yazın kırıntıları, yine uzanmışız kötücül
alayların döşeğine ve zaman, sonbahara talim etmekte.
Güneye kaçış yolu da kapalı bizler için,
kuşlara olduğunun tersine. Akşamları önümüzden
gondollar, balıkçı kayıkları geçiyor ve bazen,
düşlere doymuş mermerden kopma bir kıymıkla yaralanıyorum,
güzellikler karşısında savunmasız gözlerimden.

Pek çok şey okuyorum gazetelerde, soğuklar
ve sonuçları, budalalar ve ölüler,
kovulanlar, katiller ve sayısız
buzlar üzerine, hoşuma gideni çok az.
Neden olsun ki hem? Öğlende gelen dilencinin
yüzüne kapatıyorum kapıyı, çünkü barış zamanı şimdi
ve insan koruyabilir kendini bu manzaradan, oysa
kolay mı kaçmak, yağmur altındaki
yaprakların o mutsuz ölümlerinden?

Gelin, bir yolculuğa çıkalım! Servilerin
ve palmiyelerin altında, portakal bahçelerinde,
o eşine rastlanmayan günbatımlarını
indirimli fiyatlarla izleyelim! Unutalım isterseniz,
geçmişe gönderilip yanıtsız kalan mektupları!
Mucizeler yaratır zaman. Ama gelirse uygunsuz anda,
suçluluğun sesiyle kapıyı çalarak, evde yokuzdur.
Ben, kalbimin mahzenlerinde uykusuz, altımda yine
döküntüleri kötücül alayların,
zaman, sonbahara talim etmekte.

Çeviri (Translation): Ahmet Cemal
Toplu Şiirler, Yapi Kredi Yayinlari, 4th Edition, Istanbul 2016

Die große Fracht

nemščina | Ingeborg Bachmann

Die große Fracht des Sommers ist verladen,
das Sonnenschiff im Hafen liegt bereit,
wenn hinter dir die Möwe stürzt und schreit.
Die große Fracht des Sommers ist verladen.

Das Sonnenschiff im Hafen liegt bereit,
und auf die Lippen der Galionsfiguren
tritt unverhüllt das Lächeln der Lemuren.
Das Sonnenschiff im Hafen liegt bereit.

Wenn hinter dir die Möwe stürzt und schreit,
kommt aus dem Westen der Befehl zu sinken;
doch offnen Augs wirst du im Licht ertrinken,
wenn hinter dir die Möwe stürzt und schreit.

© Piper Verlag GmbH, München 1978
from: Die gestundete Zeit. 1953.
Heute in: Werke Band 1
München: Piper, 1978
ISBN: 3-492-11700-7
Audio production: Norddeutscher Rundfunk 1952

Büyük yük

turščina

Yüklenmiş yazın büyük yükü,
güneş gemisi hazır bekler limanda,
düştüğünde martı arkandan, çığlıklarla.
Yüklenmiş yazın büyük yükü.

Güneş gemisi hazır bekler limanda,
ve dudaklarında kalyon burunlarındaki kadınların,
yayılır gülümsemesi geceye yargılı ruhların.
Güneş gemisi hazır bekler limanda.

Düştüğünde martı arkandan, çığlıklarla,
emir gelir batıdan, artık gömülmek için denize;
oysa sen bir ışık selinde boğulacaksın açık gözlerinle,
düştüğünde martı arkandan, çığlıklarla.

Çeviri (Translation): Ahmet Cemal
Toplu Şiirler, Yapi Kredi Yayinlari, 4th Edition, Istanbul 2016

[Die Häfen waren geöffnet]

nemščina | Ingeborg Bachmann

Die Häfen waren geöffnet. Wir schifften uns ein,
die Segel voraus, den Traum über Bord,
Stahl an den Knien und Lachen um unsere Haare,
denn unsere Ruder trafen ins Meer, schneller als Gott.

Unsere Ruder schlugen die Schaufeln Gottes und teilten
    die Flut;
vorne war Tag, und hinten blieben die Nächte,
oben war unser Stern, und unten versanken die andern,
draußen verstummte der Sturm, und drinnen wuchs unsre
    Faust.

Erst als ein Regen entbrannte, lauschten wir wieder;
Speere stürzten herab und Engel traten hervor,
hefteten schwärzere Augen in unsere schwarzen.
Vernichtet standen wir da. Unser Wappen flog auf:

Ein Kreuz im Blut und ein größeres Schiff überm Herzen.

© Piper Verlag GmbH, München 1978
from: Werke Band 1
München: Piper, 1978
ISBN: 3-492-11700-7
Audio production: Norddeutscher Rundfunk 1952

[Açılmıştı limanlar]

turščina

Açılmıştı limanlar. Bindik gemilere,
yelkenler fora, düşler fırlatılmış küpeşteden,
zincire vurulmuşuz, neşenin esintisi saçlarımızda,
kavuştu diye küreklerimiz suya Tanrıdan önce.

Vurdu küreklerimiz Tanrınınkileri ve yardı
     dalgaları;
gün önümüzdeydi, arkada kalmıştı geceler,
yükseklerdeydi artık yıldızımız, ötekiler batarken,
dilini yitirmişti dışardaki fırtına, büyürken yumruğumuz
     içimizde.

Ne zaman ki tutuştu bir yağmur, kulak kesildik yeniden;
yağan, mızraklardı ve daha karanlıktı meleklerin
gözlerimize dikilen bakışları bizimkilerden.
Yıkılıp kalmıştık. Armamız dalgalandı yükseklerde:

Kanlı bir haç ve daha büyük bir gemi yüreğin üzerinde.

Çeviri (Translation): Ahmet Cemal
Toplu Şiirler, Yapi Kredi Yayinlari, 4th Edition, Istanbul 2016

Psalm

nemščina | Paul Celan

Niemand knetet uns wieder aus Erde und Lehm,
niemand bespricht unseren Staub.
Niemand.

Gelobt seist du, Niemand.
Dir zulieb wollen
wir blühn.
Dir
entgegen.

Ein Nichts
waren wir, sind wir, werden
wir bleiben, blühend:
die Nichts-, die
Niemandsrose.

Mit
dem Griffel seelenhell,
dem Staubfaden himmelswüst,
der Krone rot
vom Purpurwort, das wir sangen
über, o über
dem Dorn.

© 1963 S. Fischer Verlag Frankfurt am Main
from: Die Niemandsrose
Frankfurt am Main: Fischer , 1963
Audio production: HR 1963

MEZMUR

turščina

Kimse yoğurmuyor bizi yeniden topraktan ve çamurdan,
kimse sözünü etmiyor tozlarımızın.
Kimse.

Şükürler olsun sana, Kimse.
Dileğimiz, senin için
çiçek açmak.
Sana
doğru.

Bir hiçtik
biz, öyleyiz, ve öyle
kalacağız, çiçek açarak:
Hiçliğin –
ve
Kimsenin gülü.

Ruhun
aydınlığıdır taçyaprakları,
çiçektozlarıdır gökteki çöller,
ve gülün kırmızı dorukları;
dikenlere,
evet, dikenlere söylediğimiz,
erguvan rengi bir şarkıdır.

Çeviri: Ahmet Cemal
From: Ellerin Zamanlarla Dolu (2015, Istanbul)
© Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Stimmen

nemščina | Paul Celan

Stimmen, ins Grün
der Wasserfläche geritzt.
Wenn der Eisvogel taucht,
sirrt die Sekunde:

Was zu dir stand
an jedem der Ufer,
es tritt
gemäht in ein anderes Bild.

*

Stimmen vom Nesselweg her:

Komm auf den Händen zu uns.
Wer mit der Lampe allein ist,
hat nur die Hand, draus zu lesen.

*

Stimmen, nachtdurchwachsen, Stränge,
an die du die Glocke hängst.

Wölbe dich, Welt:
Wenn die Totenmuschel heranschwimmt,
will es hier läuten.

*
Stimmen, vor denen dein Herz
ins Herz deiner Mutter zurückweicht.
Stimmen vom Galgenbaum her,
wo Spätholz und Frühholz die Ringe
tauschen und tauschen.

*

Stimmen, kehlig, im Grus,
darin auch Unendliches schaufelt,
(herz-)
schleimiges Rinnsal.

Setz hier die Boote aus, Kind,
die ich bemannte:

Wenn mittschiffs die Bö sich ins Recht setzt,
treten die Klammern zusammen.

*

Jakobsstimme:

Die Tränen.
Die Tränen im Bruderaug.
Eine blieb hängen, wuchs.
Wir wohnen darin.
Atme, daß
sie sich löse.

*

Stimmen im Innern der Arche:

Es sind
nur die Münder
geborgen. Ihr
Sinkenden, hört
auch uns.

*

Keine
Stimme
– ein
Spätgeräusch, stundenfremd, deinen
Gedanken geschenkt, hier, endlich
herbeigewacht: ein
Fruchtblatt, augengroß, tief
geritzt; es
harzt, will nicht
vernarben.

© 1959 S. Fischer Verlag Frankfurt am Main
from: Sprachgitter
Frankfurt am Main: Fischer , 1959
Audio production: NDR 1965, 1967

Sesler

turščina

Sesler, su yüzeyinin
yeşiline kazınmış.
Yalıçapkını çıkınca ortaya,
saniyelerin vızıldar:

Ne varsa senden yana olan
kıyılardan her birinde,
biçilip
bir başka resimden yansır.

*

Sesler, dikenli yoldan yansıyan:

Ellerinin üstünde gel bize.
Lambayla yalnız kalan,
yalnızca elinden bir şeyler okuyabilir.

*

Sesler, geceyle sarmaş dolaş,
çanı astığın salkımlar gibi.

Bir kubbe ol, ey dünya:
Sürüklendiğinde buraya ölü istiridye,
çanlar burada çalacak.

*

Sesler, duyunca yüreğin
yine annenin yüreğine kaçmakta.
Yaşlı ağaçlarla genç ağaçların
yaş halkalarını durmaksızın değiştikleri
darağacından gelen sesler.

*

Sesler, kupkuru, çakıl taşları gibi,
kürek çekmekte sanki bir sonsuzluk,
(biraz yürek–)
yapışkan bir sızıntı peşinde.

İçlerine mürettebatı benim yerleştirdiğim
gemileri burada denize indir, çocuğum:

Hortum geminin ortasında tozuttuğunda,
perçin çivileri de birbirlerine kavuşur.

*
Yakup’un sesi:

Gözyaşları.
Kardeş gözündeki yaşlar.
Biri takılıp kaldı yerinde, büyüdü.
Bizler onun içinde yaşamaktayız.
Soluk al ki,
kurtulsun.

*

Nuh’un gemisinin içindeki sesler:

Yalnızca
ağızlar,
güvende olanlar. Sizler
batmakta olanlar, duyun
bizleri de.

*

Ses
değil artık – geç saatlere ait
bir gürültü yalnızca, zamana yabancı, senin
düşüncelerine armağan edilmiş, sonunda
burada uyanmış: Bir
meyve yaprağı, göz büyüklüğünde, derinlere
çizilmiş; hep reçine dökmekte,
kabuk bağlamayı
istemiyor.

Çeviri: Ahmet Cemal
From: Ellerin Zamanlarla Dolu (2015, Istanbul)
© Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Zähle die Mandeln

nemščina | Paul Celan

Zähle die Mandeln,
zähle, was bitter war und dich wachhielt,
zähl mich dazu:

Ich suchte dein Aug, als du’s aufschlugst und niemand dich ansah,
ich spann jenen heimlichen Faden,
an dem der Tau, den du dachtest,
hinunterglitt zu den Krügen,
die ein Spruch, der zu niemandes Herz fand, behütet.

Dort erst tratest du ganz in den Namen, der dein ist,
schrittest du sicheren Fußes zu dir,
schwangen die Hämmer frei im Glockenstuhl deines Schweigens,
stieß das Erlauschte zu dir,
legte das Tote den Arm auch um dich,
und ihr ginget selbdritt durch den Abend.

Mache mich bitter.
Zähle mich zu den Mandeln.

© 1952 Deutsche Verlags-Anstalt München
in der Verlagsgruppe Random House GmbH

from: Mohn und Gedächtnis
München: Deutsche Verlags-Anstalt , 1952
Audio production: HR 1963

Say Bademleri

turščina

SAY bademleri,
say acı olup da seni uyanık tutanları,
beni de kat aralarına:

Gözlerini aramıştım açtığında, ve kimse bakmadığında sana,
o gizli ipliği
düşüncelerindeki çiy tanesinin
içinde hiçbir yüreğe yolu düşmemiş
sözlerin korunduğu testilere köprü olmuş ipliğine bağladım.

İlk kez orada bütünüyle senin oldu adın,
emin adımlarla yürüdün kendine,
suskunluğunun çanlarıydı özgürce çalınan,
yanına geldi kulak verdiklerin,
ölen, sana da sardı kollarını
ve üçünüz geçip gittiniz akşamın içinden.

Beni de dönüştür acıya.
Beni de kat bademlerin arasına.

Çeviri: Ahmet Cemal
From: Ellerin Zamanlarla Dolu (2015, Istanbul)
© Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Corona

nemščina | Paul Celan

Aus der Hand frißt der Herbst mir sein Blatt: wir sind Freunde.
Wir schälen die Zeit aus den Nüssen und lehren sie gehn:
die Zeit kehrt zurück in die Schale.

Im Spiegel ist Sonntag,
im Traum wird geschlafen,
der Mund redet wahr.

Mein Aug steigt hinab zum Geschlecht der Geliebten:
wir sehen uns an,
wir sagen uns Dunkles,
wir lieben einander wie Mohn und Gedächtnis,
wir schlafen wie Wein in den Muscheln,
wie das Meer im Blutstrahl des Mondes.

Wir stehen umschlungen im Fenster, sie sehen uns zu von der
                                                                Straße:
es ist Zeit, daß man weiß!
Es ist Zeit, daß der Stein sich zu blühen bequemt,
daß der Unrast ein Herz schlägt.
Es ist Zeit, daß es Zeit wird.

Es ist Zeit.

© 1952 Deutsche Verlags-Anstalt München
in der Verlagsgruppe Random House GmbH

from: Mohn und Gedächtnis
München: Deutsche Verlags-Anstalt , 1952
Audio production: HR 1963

CORONA

turščina

Sonbahar, avucumdan yemekte yaprağını: biz dostuz.
Badem kabuklarından soyup zamanı, ona gitmeyi
                                                                                                       öğretiyoruz:
zaman, kabuğuna dönüyor.

Aynadan yansımakta pazar,
düşlerde uyunuyor,
ağızlar doğruyu söylemekte.

Sevenlerin kavmine iniyor gözlerim:
birbirimize bakıyoruz,
karanlık şeyler söylediklerimiz,
gelincik çiçeğiyle hatıraların birbirlerini sevmeleri gibi
                                                                                         seviyoruz birbirimizi,
istiridyelere sızan şarap,
ay ışığında yüzen deniz gibi uyuyoruz.

Birbirimize sarılmış, duruyoruz pencerede, sokaktan bizi
                                                                                                    seyrediyorlar:

zamanı geldi artık bilmelerinin!
Taşların çiçeklenmesinin,
bir yüreğin tedirgin atmasının zamanı geldi.
Zamanıdır artık zamanının gelmesinin.

Zamanı geldi.

Çeviri: Ahmet Cemal
From: Ellerin Zamanlarla Dolu (2015, Istanbul)
© Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Todesfuge

nemščina | Paul Celan

Schwarze Milch der Frühe wir trinken sie abends
wir trinken sie mittags und morgens wir trinken sie nachts
wir trinken und trinken
wir schaufeln ein Grab in den Lüften da liegt man nicht eng
Ein Mann wohnt im Haus der spielt mit den Schlangen der schreibt
der schreibt wenn es dunkelt nach Deutschland
dein goldenes Haar Margarete

er schreibt es und tritt vor das Haus und es blitzen die Sterne
er pfeift seine Rüden herbei
er pfeift seine Juden hervor läßt schaufeln ein Grab in der Erde
er befiehlt uns spielt auf nun zum Tanz

Schwarze Milch der Frühe wir trinken dich nachts
wir trinken dich morgens und mittags wir trinken dich abends
wir trinken und trinken
Ein Mann wohnt im Haus der spielt mit den Schlangen der schreibt
der schreibt wenn es dunkelt nach Deutschland
dein goldenes Haar Margarete
Dein aschenes Haar Sulamith

wir schaufeln ein Grab in den Lüften da liegt man nicht eng

Er ruft stecht tiefer ins Erdreich ihr einen ihr andern singet und spielt
er greift nach dem Eisen im Gurt er schwingts seine Augen sind blau
stecht tiefer die Spaten ihr einen ihr anderen spielt weiter zum Tanz auf

Schwarze Milch der Frühe wir trinken dich nachts
wir trinken dich mittags und morgens wir trinken dich abends
wir trinken und trinken
ein Mann wohnt im Haus dein goldenes Haar Margarete
dein aschenes Haar Sulamith er spielt mit den Schlangen

Er ruft spielt süßer den Tod der Tod ist ein Meister aus  Deutschland
er ruft streicht dunkler die Geigen dann steigt ihr als Rauch in die Luft
dann habt ihr ein Grab in den Wolken da liegt man nicht eng

Schwarze Milch der Frühe wir trinken dich nachts
wir trinken dich mittags der Tod ist ein Meister aus Deutschland
wir trinken dich abends und morgens wir trinken und trinken
der Tod ist ein Meister aus Deutschland sein Auge ist blau
er trifft dich mit bleierner Kugel er trifft dich genau
ein Mann wohnt im Haus dein goldenes Haar Margarete
er hetzt seine Rüden auf uns er schenkt uns ein Grab in der Luft
er spielt mit den Schlangen und träumet der Tod ist ein Meister aus
Deutschland  
 
dein goldenes Haar Margarete
dein aschenes Haar Sulamith

© 1952 Deutsche Verlags-Anstalt München
in der Verlagsgruppe Random House GmbH

from: Mohn und Gedächtnis
München: Deutsche Verlags-Anstalt, 1952
Audio production: Neske 1958

ÖLÜM FÜGÜ

turščina

Akşam vakitlerinde içmekteyiz sabahın kapkara sütünü
ve öğlenlerle sabahlarda bir de geceleri
hiç durmaksızın içmekteyiz, içmekteyiz
bir mezar kazıyoruz havada, rahat yatılıyor
Bir adam oturuyor evde yılanlarla oynayıp yazı yazan
hava karardığında Almanya’ya senin altın saçlarını yazıyor
                                                                                                          Margarete

bunu yazıp evin önüne çıkıyor ve yıldızlar parlıyor
                                                                              köpeklerini çağırıyor ıslıkla
sonra Yahudilerini çağırıyor ıslıkla toprakta bir mezar
                                                                                                          kazdırıyor
bize buyruk veriyor haydi bakalım şimdi dansa

Gece vakitlerinde içmekteyiz sabahın kapkara sütünü
ve sabahlarla öğlenlerde bir de akşamları
hiç durmaksızın içmekteyiz, içmekteyiz
Bir adam oturuyor evde yılanlarla oynayıp yazı yazan
hava karardığında Almanya’ya senin altın saçlarını yazıyor
                                                                                                          Margarete
senin kül olmuş saçlarını Sulamith, bir mezar kazıyoruz
                                                                                      havada rahat yatılıyor

Adam bağırıyor daha derin kazın toprağı, siz ötekiler
                                                                               şarkılar söyleyip dans edin
tutup palaskasındaki demiri savuruyor havada gözlerinin
                                                                                                         rengi mavi
sizler daha derine sokun kürekleri ötekiler devam edin
                                                                                              çalmaya ve dansa


Gece vakitlerinde içmekteyiz sabahın kapkara sütünü
ve sabahlarla öğlenlerde bir de akşamları
hiç durmaksızın içmekteyiz, içmekteyiz
bir adam oturuyor evde senin altın saçların Margarete
senin kül saçların Sulamith adam yılanlarla oynuyor

Sesleniyor daha tatlı çalın ölümü çünkü o Almanya’dan
                                                                                                gelen bir ustadır
sesleniyor daha boğuk çalın kemanları sonra sizler duman
                                                                               olup yükseliyorsunuz göğe
sonra bir mezarınız oluyor bulutlarda rahat yatılıyor

Gece vakitlerinde içmekteyiz sabahın kapkara sütünü
sonra öğlen vakitlerinde ölüm Almanya’dan gelen bir ustadır
akşamları ve sabahları içmekteyiz, içmekteyiz hiç durmadan
ölüm bir ustadır Almanya’dan gelen gözleri mavi
bir kurşunla geliyor sana tam göğsünden vurarak
bir adam oturuyor evde senin altın saçların Margarete
köpeklerini salıyor üstümüze havada bir mezar armağan
                                                                                                                 ediyor
yılanlarla oynuyor ve dalın düşlere ölüm Almanya’dan
                                                                                                gelen bir ustadır

senin altın saçların Margarete
senin kül olmuş saçların Sulamith

Çeviri: Ahmet Cemal
From: Ellerin Zamanlarla Dolu (2015, Istanbul)
© Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları