Nicola Verderame 
Translator

on Lyrikline: 17 poems translated

from: turco to: italiano

Original

Translation

İdiller Gazeli

turco | Haydar Ergülen

gözlerin yağmurdan yeni ayrılmış
gibi çocuk, gibi büyük, gibi sımsıcak

sen bir şehir olmalısın ya da nar
belki granada, belki eylül, belki kırmızı

gövden ruhunun yaz gecesi mi ne
çok idil, çok deniz, çok rüzigar

çocukluğun tutmuş ta yine aşık olmuşsun
sanki bana, sanki ah, sanki olur a

aşk bile dolduramaz bazı aşıkların yerini
diye övgü, diye sana, diye haziran

heves uykudaysa ruh çıplak gezer
gazel bundan, keder bundan, sır bundan

gözlerin şehirden yeni ayrılmış
gibi dolu, gibi ürkek, gibi, konuşkan


hadi git yeni şehirler yık kalbimize bu aşktan

© Haydar Ergülen
from: Üzgün Kediler Gazeli
Merkez Kitapçılık ve Yayıncılık, 2007
Audio production: 2008 Literaturwerkstatt Berlin

GHAZAL DEGLI IDILLI

italiano

i tuoi occhi hanno appena lasciato la pioggia

così bambini, così grandi, così tiepidi


devi essere città o melagrana,

forse Granada, forse settembre, forse scarlatta


il tuo corpo è la notte d’estate del tuo spirito, o cos’è?

tanto idillio, tanto mare, tanta brezza


la tua infanzia brucia ancora, e ancora t’innamori

come se a me, come se ah!, come se sarà


nemmeno l’amore può riempire lo spazio di alcuni amanti

per questo lode, per questo a te, per questo giugno


se dorme il desiderio, l’anima nuda vaga

da qui il ghazal, da qui la pena, da qui il segreto


i tuoi occhi hanno appena lasciato la città

così pieni, così timorosi, così ricchi di parole


su, parti da quest’amore, annienta nuove città per i nostri cuori

Traduzione: Nicola Verderame

ÇAY SEREMONİSİ

turco | Haydar Ergülen

Belki de bir Japon çay seremonisini andırır ölüm
altın dengesinde sessizlik, saflık ve uyum içinde,
konuklar usulca dudaklarına götürürler ölümü, bir yudum,
tabağa geri bırakış, yeniden hafifçe kavrayış, gündüzün
bu saatinde, her şey olağan seyrinde, bir yudum daha,
hizmetçiler gelir, sanki onların ince ve beyaz ayaklarıyla
kırılacakmış gibi sessizliği bu çay saatinin ve ölüm
gizli bir davetli ya da Tanrı misafiri olarak boş
dönmesin diye bu seremoniden, açılır gururun perdesi
ve ağırlanır bıçağıyla gündüzün sessiz harakirisi

© Haydar Ergülen
from: Ölüm Bir Skandal
Turkuvaz Kitap, 1999
Audio production: 2008 Literaturwerkstatt Berlin

CERIMONIA DEL TÈ

italiano

Forse la morte somiglia a una cerimonia del tè, un’aurea

armonia di silenzio, purezza ed equilibrio, lentamente l’ospite

porta la morte alle labbra, un sorso, poi la posa sul piatto,

la riprende con dolcezza, in quest’ora del giorno tutto segue

un corso naturale, un sorso ancora, giungono le cerimoniere,

e perché il silenzio di quest’ora non si frantumi

sotto i piedi affusolati e bianchi, o la morte – ospite divino,

convitato segreto – non torni a mani vuote dalla cerimonia,

si riapre la tenda dell’onore e si accoglie, con la sua lama,

il muto harakiri del giorno

Traduzione: Nicola Verderame

KAYIP KARDEŞ

turco | Haydar Ergülen

Şahin Şencan'a
 
Tanrım, evsahibim, izin ver bana
biraz daha oturayım evinde
içimde taşıdığım kardeşim yalnız
onu doğurduktan sonra durmam burada
 
Kardeşim, sokağım, izin ver bana
biraz  daha taşıyayım seni içimde
sen de hayata atılır atılmaz
yapayalnız kalacağım dünyada
 
Ömrüm, küçük odam, izin ver bana
biraz daha arayayım yolu şiirde
ruh tesadüf eder de bulurum belki
kaç kayıp kardeşim varsa bu yolda

© Haydar Ergülen
from: Keder Gibi Ödünç
Yasakmeyve, 2005
Audio production: 2008 Literaturwerkstatt Berlin

FRATELLO SMARRITO

italiano

per Şahin Şencan

Mio Dio, mio padrone di casa, dammi il permesso

di restare ancora un po’ in casa tua

il fratello che porto in me è solo

dopo averlo messo al mondo non resterò qui

Mio fratello, mia strada, dammi il permesso

di portarti ancora un po’ dentro di me

non appena ti affaccerai alla vita

il mondo mi vedrà in completa solitudine

Mia vita, mia piccola stanza, dammi il permesso

di cercare ancora la mia strada in poesia

se lo spirito mi verrà incontro forse la troverò

ma quanti fratelli ho smarrito su quella via

Traduzione: Nicola Verderame

CEM GİBİ

turco | Tugrul Tanyol

Gün soldu, eteklerinde kızıl pırıltılarla damlarken su
Gecenin yenik bahçesinde dolaştım, sarı bir yağmurdu
Bitip tükenmeyen kayalıkların ortasında mahsur
İçimde titrerken anılar ve kaçışın bakır kokusu
Çocukluğum bir taht odası, Bursa'da yenik sultanlığım
Bütün kapılar kapanmış, bütün kapılar sur
Döndüm, ardımda yansıyan o büyük aynayı gördüm
Varlığın ve hiçliğin kaynaştığı, göçebe yağmur.

Gün soldu, eteklerinde kızıl pırıltılarla damlarken su
Vardığımda yoktu bütün kapılar. İskele, günbatımı
Rodos'a doğru batık tekneler. Kadırgamın şişmiş
Tahtalarında çırpınan rüzgârı
Duydum, yüzümün büyük sularına çizilen.

Ta orada yüksek dağlar, bu dik ve acılı yol
Bir at kişnemesi, yağız gül kokusu
Çökmüş tapınakların altında gizli geçitler
Ve küflü mahzenlerinde taşlaşmış ölüler korosu
Giden kim? bu ilkyaz şafağında yolcu edilen habersiz
Beyaz kefenlerine bürünmüş yürüyen bakirelerle.

Birden şimşek! ve göründü ve yokoldu kapılar
Yenilgi ve acı, kaçış ve sürgün. Zamanın yitik
Aynasında tüterken yalnızlığın bakır kokusu
Alnıma dövülmüş bu ilenç, bu belirsiz yolculuk
Duydum etime değişini bin kızgın demirin
Karanlık mazgallarından sarkan gövdemin...
Bir ilkyaz şafağında kurban edilmişliğim.

Birden yağmur! ve yüzümün yarısı akıp gider
Benim gözlerim yok, kurşun! sıcak ve ağdalı yüzgörümlüğüm
Issız oyuklarında derin uğultularıyla rüzgâr
Gözlerimin ıssız oyuklarında... Sıra kimde?
Batık teknemin suya gömülmüş ahşap direklerinde
Asılmış tüm yolcularım. Celal'im! Sinan'ım!
Bu deniz nereye gider, bir biz kaldık
Ve yağmur tüm kapıları siler.

Ben Cem, daha dün yarım imparatordum
Kestirdiğim paralarda soldu vücudum
Öldüm binlerce ölümle, kıyıya vuran cesedime baktım
Yağlı urganlar bağlayıp boynuma (iskele, günbatımı
Rodos'a doğru batık tekneler) yürüdüm, artık
Bana bu dünyada yer yok
Ne saray, ne köşk; ne rütbe, ne taht
Ağabey el ver yanına geleyim
Al beni, sonra istersen boğdur
Bir yanım zifiri karanlık, bir yanım... birden yağmur!

Günler bir ormanın sessiz çığlığına gömüldü
Kendi içine düşen dipsiz kuyulara. Cesaret:
Gözbebeklerimin içindeki karanlık ülke
Perili... ve hiç varılmayacak.

Gün soldu, eteklerinde kızıl pırıltılarla damlarken su
Bir at kişnemesi, yağız gül kokusu
Vardığımda yoktu bütün kapılar.
Ben yitik zamanın altında kaldım
Silindi kapılar ben dışarda kaldım
Bu soğuk, bu kimsesiz karanlıkta
Yalnızım, ellerimden başka yok fenerim.

© Tuğrul Tanyol
Audio production: EDISAM / T.Tanyol 2004

Come Cem*

italiano

                                                        a Mehmet Müfit

Il giorno svanì, gocciolando dalle vesti rossi scintillii
Vagai nel giardino eroso della notte, in una pioggia gialla
Circondata da rocce senza fine,
Memorie si scuotevano in me, l'odore di rame della fuga
La mia infanzia una sala del trono, il sultanato sconfitto a Bursa
Tutte le porte serrate, tutte le porte bastione
Tornai, vidi alle mie spalle il grande specchio riflettere
La pioggia migrante in cui si fondono esistenza e inesistenza.

Il giorno svanì, gocciolando dalle vesti rossi scintillii
Nessuna porta, al mio arrivo. Molo, tramonto,
Scafi affondati verso Rodi. Sul fasciame gonfio
Della galea sentii il soffio del vento,
Inciso sulle vaste acque del mio viso.

Di là alti monti, questa via ripida e amara
Un nitrito, il profumo bruno di una rosa,
Passaggi segreti sotto templi in rovina
E il coro di morti pietrificati in cripte ammuffite
Chi va lì? Viaggiatori inconsapevoli
E vergini in bianchi sudari in quest'alba di primavera.

D'un tratto un fulmine! Apparvero e scomparvero le porte
Sconfitta e pena, esilio e fuga. L'odore di rame
Della solitudine si levava nello specchio perduto del tempo
Questa maledizione incisa sulla fronte, questo viaggio indefinito,
Sentii mille ferri roventi colpire la carne
Del mio corpo sospeso alle feritoie del buio...
Ero sacrificio in un'alba di primavera.

D'un tratto la pioggia! E metà del mio viso lavata via,
Piombo, non ho occhi! Ecco i miei doni per la sposa
Vento con profondi lamenti in cavità isolate
Desolate cavità degli occhi... a chi tocca?
Tutti i compagni di viaggio impiccati all'alberatura
Della mia barca affondata. Mio Cemal*! Sinan* mio!
Dove va questo mare? Siamo rimasti solo noi
E la pioggia a cancellare tutte le porte.

Io, Cem, ancora ieri regnavo su metà di un impero.
La mia immagine è scomparsa dalle monete che ho coniato
Sono morto mille morti, ho visto il mio corpo sbattere sulla riva
Ho camminato legato con funi incerate (molo,
Tramonto, scafi affondati verso Rodi), e ormai
Il mondo non ha più posto per me,
Né palazzo né padiglione, né rango né trono.
Dammi la mano, fratello, vengo con te
Accettami, poi fammi strangolare se vuoi
Parte di me oscurità totale, parte di me... pioggia inattesa!

Seppellirono i giorni nell'urlo sommesso di una foresta,
Nei pozzi senza fondo del suo cuore. Coraggio:
L'oscurità nelle pupille è un paese fatato... e irraggiungibile.

Il giorno svanì, gocciolando dalle vesti rossi scintillii
Un nitrito di cavallo, profumo bruno di rose,
Nessuna porta lì dove arrivai.
Lasciato fuori nel tempo perduto,
Lasciato fuori dalle porte cancellate
In questo freddo, in questa oscurità desolata
Ero solo, solo le mie mani per lanterna.

Traduzione: Nicola Verderame

VİŞNE ZAMANI

turco | Tugrul Tanyol

Vişne zamanı, dallara çık
Esrimiş ve eskimiş günleri fırlat
Yanaklarında bir yılanın
Soğuyan ve ürperen tadı.

Kayalık, kırık saati gecenin
Hiçbir yerin gösterilmediği o mavi atlasta
Hangi su akıtabilir seni
Bu Nil rengine bulanmış saçlarınla
Kurumuş denizlerime hangi ırmak?

Bu kumun geldiği kayayı nasıl bulmalı
Denize dön o batık teknelerin
Tozuna bulanmış sararan tüylerinle
Kurumuş dudaklarıma uzat ellerini.

Vişne zamanı, bahçeler, dikenli yalnızlık
Git, git, bulut ol, tepenin ardında sonsuz genişlik
Dağların ayak izleri, ovada ardıç sürüsü
Senin derin gözlerinden çekilen kum ve çakıl.

Kayalık, kırık saati gecenin
Şimdi bütün haritalarda, yırtık...

© Tugrul Tanyol
Audio production: EDISAM / T.Tanyol 2004

Tempo di ciliegie

italiano

Tempo di ciliegie, sali sui rami
E getta via i giorni invecchiati e ubriachi,
Il tocco fresco e il brivido che dà
Il serpente che ti striscia sulla guancia.

Pietraia, clessidra infranta della notte
In quell'atlante che non ti riporta
Quale acqua ti farà scorrere
Quale fiume ti porta con capelli di Nilo torbido
Dentro i miei mari prosciugati?

Dove trovare la roccia che muta in sabbia?
Torna al mare, impolverato dalle navi inabissate
Stendi sulle mie labbra secche
Le tue braccia di peluria bionda.

Tempo di ciliegie, giardini, solitudine spinata
Vai, vai e fatti nube, ampiezza senza fine oltre la cima
Orma dei monti, gregge di ginepri nella piana,
Nei tuoi occhi fondi sabbia e sassi in riflusso.

Pietraia, clessidra infranta della notte
Ora strappata via da ogni mappa...

Traduzione: Nicola Verderame

SEN ELİMDEN TUTUNCA

turco | Tugrul Tanyol

Sen elimden tutunca
Deniz basardı içimi
Sen elimden tutunca, yüreğim
Yeşil yosunlara takılıp günlerce
Dip akıntılarının peşisıra gitmek isterdi.

Günlerce, gözbebeklerini tutuşturan o gizli alevin kaynağını
sorardım kendime. Geceler boyu yolumu arardım zor ve
aşılmaz tepelerde. Sonra ışıklar söner, sonra yıldızlar
düşerdi içimdeki serin göllere. Sen elimden tutunca
ben miydim, yoksa bir başkası
yürüyen seninle...
Dalgalara ve rüzgâra basmadan yürüyen.

Sen elimden tutunca
Bir mavilik çökerdi gözlerime
Sonra tüm denizler çekilir
Bir orman uğultularla sarsılır
Bir güvercin sürüsü havalanırdı
Kış bürümüş yüreğimden
Sen tutunca ellerimden
Avlunun beyaz taşlarına dökülürdü
Kızıl yaprakları bir çınarın
Ve ben günlerce
O yapraklara gömülüp ölmek isterdim.

Panjurları açık kalmış eski evler gibiydik
Rüzgârda çarpan, başıboş ve ürkek
Sen elimden tutunca
Kayaları delip çıkardı bir çiçek.

Sen elimden tutunca
Yolculuk basardı içimi
Külrengi bulutlara takılıp günlerce...

© Tugrul Tanyol
Audio production: EDISAM / T.Tanyol 2004

Quando mi tenevi la mano

italiano

Quando mi tenevi la mano
Il mare premeva su di me
Quando mi tenevi la mano, il cuore
Per giorni si univa alle alghe verdi
Voleva seguire le correnti di fondo

Per giorni mi son chiesto dove nascesse la fiamma segreta
che ti accendeva le pupille. Notti intere a cercare la mia strada
su vette aspre e dure. Si sono spente le luci, e ancora stelle
in caduta nei freddi laghi dentro di me. Quando tenevi la mano
ero io, o un altro forse
a camminarti accanto...
A camminare senza toccare le onde né il vento.

Quando mi tenevi la mano
Un azzurro mi copriva gli occhi
E tutti i mari si ritiravano
Un rombo scuoteva la foresta
Uno stormo di colombe prendeva il volo
Dal cuore avvolto dall'inverno
Quando mi tenevi le mani
Le foglie rosse dei platani invadevano
Le pietre bianche del cortile
E per giorni io
Volevo seppellirmi in quelle foglie e morire.

Eravamo come vecchie case dalle veneziane
Lasciate a sbattere al vento irrequieto e schivo
Quando mi tenevi la mano
Un fiore spuntava spezzando le rocce.

Quando mi tenevi la mano
Il viaggio mi premeva dentro
Legato stretto a nuvole grigie, per giorni...

Traduzione: Nicola Verderame

DOST GÜNLERİN SONU

turco | Tugrul Tanyol

Çingene ruhum, dizginle artık atını
Bundan öte yol yok.
Akşam, rüzgâr kanatlı bir kuş
Çökmede ağır ağır, şimdi
Yolculukların suya düştüğü andır.

Eğilip bir bak yüzüme
Gözlerimde çizili eski atlaslara bak
Yıldızların döküldüğü o eski yollara,
Şimdi orada
Ne ağır ve uzun kervanların
Konakladığı ırmaklar
Ne göçebe sarhoşluğu var
Sıcak yaz gecelerinin.

Gecenin çatısıdır, açılınca
Evrenin dişi güzelliği,
Binbir gökyüzü altında uyuduğumuz
Sevişip çoğaldığımız o özgür
Gururlu ve dost
Günlerin sonuna geldik.

Hangi hasrettir bu, bitirir bizi
Kapısı aralık odalarda eridi mumlar,
Saat kaç, neredeyiz, kimin bu telle çevrili duvar
Kimin eseri bu karanlık sokak
Bu bembeyaz kefen, bu ansızın
Ölüp yitiveren zaman.

Bir ok atıp düşürsem geceyi
Önümde diz çökecek aydınlık günler
Çıplak göğüslerimizde yeni yıkanmış yaralarla
Ve ağacın en yüksek dalında
Gürültüyle açarken kalbim.

Çingene ruhum, dizginle artık atını
Yolun sonuna geldik

© Tugrul Tanyol
Audio production: EDISAM / T.Tanyol 2004

Fine dei giorni d'amicizia

italiano

Anima mia gitana, frena il tuo cavallo
Il nostro cammino s'interrompe qui.
Sera, un uccello dalle ali di vento
Collassa, pesante, è questo l'attimo
In cui viene meno ogni viandante.

Chinati, guardami il viso,
Antiche mappe tracciate nei miei occhi
Vecchie strade cosparse di stelle
Senza più lunghe, lente carovane
Accampate alla riva del fiume
O notti calde d'estate
Dove i nomadi si trovano a bere.

Qui ha un tetto la notte, si schiude
La bellezza femminea della creazione
Siamo giunti alla fine dei giorni
Di amicizia libera e fiera
Quando si dormiva sotto mille e un cielo
E moltiplicandoci amavamo.

Cos'è questa nostalgia, ci consuma
E scioglie le candele in camere socchiuse
Che ora è, dove siamo noi, di chi è questa parete
Circondata da fili spinati?
Di chi è opera questa via scura
Questo sudario candido, questo tempo perduto
Scomparso all'improvviso?

Se scoccassi una freccia abbattendo la notte
I giorni luminosi si chinerebbero a me
Con le ferite appena lavate nei nostri seni nudi
Si aprirebbe il mio cuore
Con suoni e tonfi sui rami più in alto.

Anima mia gitana, frena il tuo cavallo
Il nostro cammino s'interrompe qui.

Traduzione: Nicola Verderame

SUDAKİ ANKA

turco | Tugrul Tanyol

özlemin soğuk kışı, ırmağa karışan arzu
dallarda, üşüyen kanatlarından soyunmuş
sudaki billuru düşleyen ankâ
seslerimiz seslerimizi arıyor uzaklarda
ardımızda uzanan yollarda unuttuğumuz
kayıklar dolusu altın şarkı, mücevher, akik
ve kehribar ırmağın usulca yüzdürdüğü
eski bir şarabı taşıran esrik anılar
bahçelerden akardı ince bir kanûn renginde
güller ve güllere sürtünüp tutuşan rüzgâr

ağaç yağmurun biçimini alırdı uzaktan baksak yanılırdık
günlerin karaya çıktığı yerde dururdun
sıcak falında izlerin ve kumun
bir ses bir sese yansıtırdı pırıltısını
bir dağ bir dağı gölgelerdi ve o ıssız sürünün
tozları dağılınca başlardı gün
uzayıp giderdi yollar boyunca
ağacın ağaca fısıldadığı sürgün

zaman sesini yükseltiyor şimdi seyrelmiş otların arasından
kıyıya yanaşan kayıklardan iniyor
kalabalık, gölgesini ardında bırakıp usulca bir imgeye dönüşüyor
ırmağın buzları erirken ötelerde
son kez dönüp bak, geride bıraktığın izleri topluyor çocuklar
eski bir evden, zümrüt bir kuleden
sevdiğimiz ve unuttuğumuz kadınların sözlerini uçuruyor rüzgâr

yaşamın acısı geçmiş buradan bir iz gibi sürüp toprağı
geçtik biz de çatısında binlerce ses çınlayan o ıssız geceden

karşılamak için seni: bilinmeyeni

artık susmalıyız, konuşsak bile
bizim acımızı kim anlayabilir
sen, sudaki rengine külünü savuran ankâ
ırmak akıp gitti, çoktan
küllerimiz küllerimizi arıyor hâlâ

© Tugrul Tanyol
Audio production: EDISAM / T.Tanyol 2004

L'immagine della fenice sull'acqua

italiano

                              “Noi siamo l'usignolo dalla voce melodiosa
                                                      nel roseto della separazione
                              quando lo zefiro spira nel nostro giardino
                                                  di ogni rosa si fa una fiamma”
                                                                       Sultano Selim III

inverno freddo della nostalgia, desiderio mescolato al fiume,
sui rami la fenice dalle ali intirizzite e nude
fantastica dei cristalli nell'acqua
le nostre voci si ricercano in lontananza
sulle strade alle spalle abbiamo lasciato
i caicchi dolcemente cullati dal fiume
pieni di canti d'oro, gioielli, agata e ambra
i ricordi ebbri facevano traboccare un vecchio vino
rose del colore di un fine kanun fluivano dai giardini
e il vento s'incendiava al solo tocco

l'albero assumeva la forma della pioggia,
un errore guardarlo da lontano
tu restavi lì, all'approdo del giorno
nel presagio caldo delle tracce e della sabbia
una voce argentina si rifletteva nell'altra
un monte offuscava un altro monte
il giorno iniziava al disperdersi
della polvere di quel gregge solitario
e si prolungava l'esilio sussurrato
da un albero all'altro lungo le strade.

ora il tempo leva la sua voce dall'erba rada
una folla sbarca dai caicchi a riva
si lascia l'ombra alle spalle
e lieve si muta in immagine
il ghiaccio dei fiumi si scioglie oltre
per un'ultima volta, voltati e guarda
i bambini raccolgono le tue orme
da una vecchia casa, dalla torre di smeraldo
il vento fa volare le parole delle donne
amate e dimenticate
il male di vivere è passato di qui tracciando un solco,
anche noi abbiamo traversato la notte silenziosa
che sul tetto risuonava di voci a migliaia
per incontrarti: l'Ignoto

dovremo ormai tacerlo, anche parlando
chi comprenderà il nostro dolore
tu, fenice che semini cenere sul colore riflesso nell'acqua
il fiume è fuggito, da tempo
la nostra cenere rincorre la nostra cenere

Traduzione: Nicola Verderame

S

turco | Tugrul Tanyol

yeni sağılmış sütlerin tadına varıyorum
göğüslerinin arasındaki o esmer çukurdan akıyor kanım
kimsenin girmediği ıssız ormanına dalıyorum senin,
bir kaplansın! ben önünde can çekişen hayvan
bir yılanın süzülüşünü duyuyorum karanlık çalılardan
gerinen kasıklarında büyüyor bu ipeksi koku
elime değen zehir. Dokununca pul pul dağılacak
gece gündüze, kılıç kınına kavuşacak
yaprağa düşen ateş nasıl tutuşturursa ormanı
ellerin bana uzanınca hayat ve ölüm beni çağrıyor
bir dalga bir at oluyor, kişneyen bir at, kayalıkların
öfkeyle soluyan bir kalenin burçlarında dağılan. Aşkım
sözlerin ve seslerin dişi budaklarında kök salıyor
köpüklere ve ölü deniz kabuklarına çarpıyor başım

sen soğuyan taşların rengini alıyorsun
bronz heykellerin, deliren çıplaklığın
uçsuz bucaksız bir ülke oluyor avuçlarımda tenin
bir mağara, kuytu…
uzun keşiflerden sonra dinlenmek
ve yeniden uyanmak için

© Tugrul Tanyol
Audio production: EDISAM / T.Tanyol 2004

S

italiano

gusto latte appena munto
il mio sangue scorre dall'incavo bruno fra i tuoi seni
mi immergo nella tua foresta inesplorata e sola,
tu sei tigre e io l'animale che le agonizza davanti
fruscio di serpente nei cespugli bui,
dai tuoi inguini tesi sale questo odore setoso
veleno che mi scorre alle mani. Al tocco si disfa in scaglie
la notte si congiungerà al giorno, la spada al fodero
come fuoco che tocca la foglia e incendia la foresta così
quando mi tendi le mani vita e morte mi chiamano
l'onda diviene cavallo, cavallo che nitrisce e si fa polvere
sui bastioni di una rocca
in affanno rabbioso oltre le rocce.
Il mio amore mette radici
nei rami femmina delle parole e delle voci
batte la testa su spume e conchiglie morte.

ti colori delle pietre raffreddate,
delle statue in bronzo, nudità che porta alla follia
la tua pelle diviene un paese sconfinato nei miei palmi,
una grotta quieta...
dove riposare dopo lunghe esplorazioni
e risvegliarsi ancora

Traduzione: Nicola Verderame

ATLIKARINCAYI DUYDUM

turco | Tugrul Tanyol

Atlıkarıncayı duydum, boynumdan içeri
Bir su gibi süzülen havayı.
Ben eksik bir şeyim, kendini kendinle tamamlayan
Bir mermi belki,
Bir gün size de çarparım.

Ben geometrik biçimlerin ve matematik
Denklemlerin anlam veremediği bir şeyim
Boynumdan içeri süzülen su gibi bir şey
Boynumdaki ıslaklık duygusunu yanıltan.

Ateş yalnızca ağacın kabuğunu yakar
İçinde dolaşan ırmakları kim kurutabilir?
Atlıkarıncayı duydum, o zamanlar çocuktum
Ve ateşle su arasındaki oyun
Annemin saçlarına uzanan elleri gibiydi babamın.

Sonra ben bir şeylerden oldum, bir şey gibi
Havanın ince zarını delen bir şey
Islak uçuşu gibi martının uzakta bir şekli çizerken
Kayıp giden bir şey gibi hayatımızdan.

Atlıkarıncayı duydum, üzerinde hiçliğin örtüsü vardı
Bir ağaç haykırıyordu bir yerlerde bir el demir bir kapıyı dövüyordu
Çiçek açıyordu hava, bana bir şeyler oluyordu, soluyordum
Sararan yaprağı mevsimsiz rüzgâr gibi kovalıyordum.

Ben kuru bir imbikten damıtılan su
Ağacın damarlarında yaşıyorum
Ben havaya fırlatılan taş
Ben unutmanın sarı öpücüğü
Ben cebi gazoz kapaklarıyla dolu atlıkarıncaya binmenin heyecanı
Size sesleniyorum:
Tepenin ardında hayat var!

Çıkın evlerinizin ve oturma odalarınızın bezgin karanlığından
Bir ağaç bulun ve en ince dalından
Bir zıpkın yapın
Saplayın zalimlerin kalbine!

Atlıkarıncayı duydum, gülüyordu
Ağacın içindeki ırmak gibi gülüyordu.
Ben eksik bir şeyim, eksikten bir fazla
Bir mermi belki
Bir gün nasılsa
Kendimi sizinle tamamlarım.

© Tugrul Tanyol
Audio production: EDISAM / T.Tanyol 2004

Ho sentito il carosello

italiano

Ho sentito il carosello e l'aria scivolare
Lungo il collo come goccia d'acqua.
Sono cosa incompiuta, e mi completo di te.
Un proiettile forse
Diretto anche a voi, prima o poi.

Sono cosa a cui forme geometriche
Equazioni matematiche non sanno dare senso
Cosa che confonde il senso umido
Per una goccia che scende lungo il collo.

Il fuoco brucia appena la corteccia.
Chi può seccare il fiume nell'albero?
Ho sentito il carosello, ero bambino allora
E il gioco dell'acqua e del fuoco
Era lo stesso di mio padre
Con le mani nei capelli di mia madre.

Quindi sono divenuto cosa da qualcosa,
Cosa che fora l'aria sottile
E disegna una forma lontano,
Come volo umido di gabbiano
Cosa che scivola via dalla vita.

Ho sentito il carosello, foderato con niente
Un albero urlava in qualche posto, una mano batteva sulla porta di ferro
L'aria fioriva, io ero strano, e sfiorivo,
O inseguivo foglie gialle come un vento intempestivo.

Sono acqua distillata dall'alambicco asciutto
E vivo nelle vene dell'albero,
Sono pietra lanciata in aria
O un pallido bacio della dimenticanza
Brivido del salire in giostra con tappi di gassosa nelle tasche
Dico a voi:
C'è vita oltre la collina!

Venite fuori dalle case tetre e dai salotti
Trovate un albero e del ramo più sottile
Fate un arpione
Per affondarlo nel cuore del tiranno!

Ho sentito il carosello, rideva
Come il fiume dentro l'albero rideva
Sono cosa incompiuta, o più ancora
Un proiettile forse
Ma in qualche modo un giorno
Mi completerò di voi.

Traduzione: Nicola Verderame

BÜYÜ BİTTİ

turco | Tugrul Tanyol

büyü bitti, suyu dolaştıran kayık
ince kabuğuna çekildi gövdesinin
taş düşmeyi bıraktı, meyva ağacında soldu
kadın olamadan yaşlandı sevgilimiz

büyü bitti, işte deniz, daha on dördünde
ay bulutsuz bir gecede uykusuz bir adam gibi koşmada
yıldız üşümesi bu, ağacın yansıması,
kalbine düşen bir şey gibi, sanki gibi, belki

gibiydi ve bitti, uyuyan uyandı ve gördü
görünmeyen görünür oldu, ses yankısından korktu
gölge sahipsizdi, kartal avını buldu
hızını alamayan bir tilki yavrusunun saklandığı yerde

büyü bitti, yaşlı adam kendine seslenen sese döndü
orada genç olmanın umuduyla yeniden öldü
ışık bütün renklerine binlerce kez bölündü
binlerce kez haykırdığımız sözlerimizle dolup taşan mağara

kapandı ve dağ oldu. çıkmayan falların telvesiyle
sararan umuttu, uçuşup gitti
ve açılmayan yollar ansızın açıldı
ama ne kimse geri geldi, ne bir sessiz gemi

büyü bitti, yılan kendini soktu
kendine sokulan yavrusunun dişleriyle
akrep geceye döndü, alevden bir hale oldu
bir aziz oldu, bir şair, peygamber

sarığını çıkardı, hırkasını savurdu
önünde açılan yoldan Hıra’ya kadar
geçtiği çöldeki bitkiler
yeniden su buldu

büyü bitti, Tanrım, işte seni buldum
görünmeyen görünür oldu, ses yankısından korktu
kentin ve insanların arasında
serap gerçeğe dönüştü, var olan yoktu

büyü bitti, sen onu görmedin
zaten derin bir düş
düştü
düşecek

© Tugrul Tanyol
Audio production: EDISAM / T.Tanyol 2004

Finì l'incanto

italiano

finì l'incanto, il caicco che agitava l'acqua
si ritirò nel suo guscio sottile
il sasso smise di cadere, il frutto avvizzì sull'albero
la nostra amata invecchiò senza diventar donna

finì l'incanto, ecco il mare, fresca adolescente
la luna in corsa, un insonne nella notte senza nubi
e questa era la stella infreddolita, questo il riflesso dell'albero
come cosa che cade nel cuore, come se, forse

era così e finì, si svegliò chi dormiva e vide
il velato si rivelò, il suono temette l'eco,
l'ombra era senza padrone, l'aquila scovò la preda
dove un cucciolo di volpe inerme si nascondeva.

finì l'incanto, il vecchio tornò a chi lo chiamava
e lì morì ancora, sperando di diventare giovane
la luce si scompose mille volte in tutti i suoi toni
mille volte la grotta straripò delle nostre grida

si richiuse e divenne monte. era speranza impallidita
in fondi di caffè non avverati, spiccò il volo e d'un tratto
si spianarono strade non battute
ma nessuno tornò, neppure la nave silenziosa

finì l'incanto, la serpe si morse
coi denti del piccolo raggomitolato
lo scorpione tornò alla notte, un'aura venne dalla fiamma,
apparve un santo, un poeta, il profeta

si sfilò il turbante, gettò lontano il manto.
nel deserto attraversato dalla via davanti a sé
fino a Hira, il sacro monte, i germogli
ritrovarono l'acqua

finì l'incanto, Dio mio, eccoti trovato
il velato si rivelò, la voce temette la sua eco
e in città, tra gli uomini, il miraggio
si fece reale, ciò che era non era più

finì l'incanto, tu non l'hai visto
era solo un sogno profondo
sull'orlo
del fondo

Traduzione: Nicola Verderame

İHANET PERİSİNİN SOĞUK SARAYI

turco | Tugrul Tanyol

ayaklarını soğuk suya değdiriyor
suyun içinden kendisine bakan kendisini seviyor
hızla koştuğu kayalıklardan
bir martı uçuyor
içine doğan yoldan bir atlı ona yaklaşıyor
atın soluğunu yanaklarında duyuyor
yanaklarından göğüsuçlarına düşen bir ter damlasında
atın koştuğu bütün kıtalardaki nal izlerini görüyor
ve karnının gerilen derisinde
bitmek tükenmek bilmeyen tamtamların uğultusunu

ayaklarının değdiği soğuk sulardan
bir sevgi halkası yaratıp ötelere fırlatıyor
ve o halkalara yakalanan erkeklerin
gözlerini kör eden ışıktan bir ejder şekilleniyor
beklemek için o tutsak ruhları

o tutsak ruhların ormanında
kaç ağaç kurtuluş olabilirdi?
dalların keskin uçlarında
kurusun diye güneşe doğru kalpler
ve serçelerin dik gagalarıyla
oyup çıkardıkları boşluklarda
olmayan gözleriyle geçmişe bakan nice adam
şimdi ihanet perisinin soğuk sarayını bekliyor

o ayaklarına bir değip bir değmeyen sularla oynuyor
o suyun dağılan berraklığındaki gülüşüne bakıyor
kış yaraların üstüne buzdan saraylar dikiyor
ve yara buzun içinde sonsuza dek kanıyor,
ihanet perisinin soğuk sarayında
kadın adını buluyor
ve erkek taşa dönüşüyor

© Tugrul Tanyol
Audio production: EDISIAM / T.Tanyol 2004

Il freddo palazzo della ninfa infedele

italiano

immerge i piedi nell'acqua fresca
adora la forma che l'acqua le restituisce,
dalle rocce dove corre
un gabbiano spicca il volo
e dalla strada che immagina si avvicina un cavaliere
lei sente sulle guance il fiato del cavallo,
nella goccia di sudore che le scende fino ai seni
le tracce degli zoccoli che hanno percorso tutti i continenti
e nella pelle tesa del ventre
il rimbombo di infiniti tam tam

dalle acque fresche dove tiene i piedi
crea cerchi d'amore e li getta lontano.
una luce abbaglia i maschi caduti in quell'anello
e ne viene fuori un drago
che tiene in scacco gli spiriti in catene

nella selva degli spiriti prigionieri
quanti alberi sarebbero stati la salvezza?
cuori appesi al sole ad asciugare
sulle punte aguzze dei rami
e quanti uomini senza occhi guardano il passato
nei fori scavati da becchi puntuti di passeri
ora attendono il freddo palazzo
della ninfa infedele

come un gioco, ancora i piedi nell'acqua
guarda il sorriso indistinto nello scintillio
innalza palazzi di ghiaccio sulle ferite invernali
e nel ghiaccio la ferita sanguina aperta,
nel freddo palazzo della ninfa infedele
la donna ritrova il nome
l'uomo è tramutato in pietra

Traduzione: Nicola Verderame

Çağrı Merkezi

turco | Efe Duyan

hoş geldiniz
okul arkadaşlarınızla tanıştığınız güne dönmek için
lütfen uğurlu sayınızı tuşlayınız
bahçede yorulmaksınız koşturduğunuz zamanlar için
rastgele tüm rakamlara basınız
kamyoncu lokantalarının buharlı camekânları için
ailecek çıkılmış son yaz tatilinin yılını kodlayınız

herkesin vardır çok utandığı anlar
tuttuğunuz rakamı kimseye söylemeyiniz
üniversite çimlerinde çay ve poğaçalı kahvaltılar için
hemen ahizeyi bırakıp balkona çıkınız
zamanın apar topar geçmesinden şikâyetçiyseniz
lütfen tüm gücünüzle sıfıra bastırınız
dedenizi tam hatırlamadığınızı fark ettiyseniz
aynaya bakın lütfen

sahafların tozlu kitap kokusu için
okuma yazma bilmeyen bir işçinin
adındaki üçüncü harfi söyleyiniz
yırtık pırtık elbiseleriyle ölü bulunmuş mahalle terziniz için
lütfen bekleyiniz

uykunuzdaki kadının
boynuna dokunduğunuz o sonrası bilinmez an için
biip sesinden sonra
arka arkaya aynı sayıya basınız

terk edildiğinizin ertesi günü
deftere yüz kere bir daha âşık olmayacağım yazınız

biiip

© EfeDuyan
from: Tek Şiirlik Aşklar
Audio production: Efe Duyan / EDISAM - Turkish Literature and Science Writers Union

Centro chiamate

italiano

benvenuti
per ritornare al giorno in cui ha conosciuto i Suoi compagni di scuola
digiti il Suo numero fortunato
per i giorni in cui correva in giardino senza mai stancarsi
digiti tutti i numeri in ordine sparso
per i vetri appannati delle trattorie da camionisti
digiti l’anno delle ultime vacanze estive trascorse in famiglia

tutti hanno avuto momenti molto incresciosi
non comunichi a nessuno il numero che sta digitando
per le colazioni con té e fagottini sul prato dell’università
riagganci immediatamente ed esca sul balcone
per lamentele sul passare ansiogeno del tempo
prego tenere premuto lo zero con tutta la forza possibile
se si è accorto di non ricordare con esattezza Suo nonno
prego si guardi allo specchio

per l’odore di polvere nelle librerie dell’usato
pronunci la terza lettera del nome
di un lavoratore salariato analfabeta
per la sarta del vostro quartiere
trovata morta fra i vestiti sforacchiati
attendere prego

per quell’attimo di cui non conosce il seguito
in cui sfiorava il collo della donna dei suoi sogni
premere e ripremere lo stesso numero
dopo il bip

e il giorno dopo essere stati lasciati
scriva cento volte sul taccuino non mi innamorerò mai più
biiiiip

Traduzione: Nicola Verderame

ötesi

turco | Nilay Özer

biri onu denize götürsün
er geç öğrenir yüzmeyi
              suda acıda aşkta
ağırlığını yoksayacak
hepsi bu

kulağına bir anahtar sokup çevirsin
kaybolur sesler
bağrılması gerekirken susulmuş şeyler
ağustos böceği cayırtısı halinde
kasabanın üstüne çöker
herkes istediğini duyar bu gürültüden

birden öğrenir yüzmeyi
denizaltı ormanına bakarken
salıverir bedenini ya da o kopup gider
sonra kral kim
sonra saat kaç
boylamasına tek bir siyah çizgi taşıyan balık
etrafında dönüp bir çember çizer
salıverir aklını düşüncelerden

bir köpekle de yüzsün
bir erkekle de
kayasından kopmuş bir midyeyle de yüzsün
orada deniz mi var diye baktığı yerde
olmayı bulamamış bir dip
durmayı bulamamış bir yüzey
korkmasın denizin deniz gibi olmasından
inciri satmayı bulmuş insandan korksun

tuzda da pişsin
acz ile de
terde de
denizde yazı yok sözü duysun söz sürsün
bağrılması gerekirken susulmuş şeyler
kurbağa cinneti olarak gelir
çekirge istilası halinde iner
er geç öğrenir yüzmeyi
              kendinde ötede halde
karıştırılan çayların girdabı yetmez
biri onu denize götürsün...

© Nilay Özer
from: Korkuluklara Giysi Yardımı
Audio production: Haus für Poesie, 2019

L’altro

italiano

che qualcuno lo porti al mare
prima o poi imparerà a nuotare
in acqua, pena o amore
ignorerà il proprio peso
tutto qui


infilando una chiave nel suo orecchio
svaniranno i suoni
ciò che si tace e andrebbe gridato
come canto di cicale
crollerà sulla città
ognuno ne sentirà quanto ne vuole


imparerà a nuotare d’un tratto
mentre osserva i boschi subacquei
e d’un tratto lascerà andare il corpo, o sarà quello ad andare
poi chi è mai il re
e che ora sarà
il pesce dalla sola striscia nera sulla lunghezza
nuoterà intorno tracciando un cerchio
liberando la mente dal pensiero


che nuoti insieme al cane
e insieme con il maschio
nuoti con il mitile staccato dallo scoglio
lì dove guarda chiedendo se c’è il mare
un fondo che non trova l’essere
una faccia che non trova quiete
non si spaventi del mare che è come mare
tema l’uomo che trova a vendere fichi


lascia che cuocia con sale
con debolezza
e sudore
nel mare non c’è scrittura, ascolti la parola, che si trascini
ciò che si tace quando andrebbe gridato
giunge la rana come la sua frenesia
atterra la locusta come in un’invasione
prima o poi imparerà a nuotare
in sé e fuori di sé
non bastano i mulinelli del tè,
qualcuno lo porti al mare…

Traduzione: Nicola Verderame

DAÜSSILA

turco | Metin Celâl

27.12.1989

sustum, yağmuru aldım içime
gözlerini bıraktığım yerde buldum
sildim yeniden tarihimi
terkettiğim sokaklardan kazındı adım
evde sadece birkaç iz var benden
zamanla uçuşacak
kaybolacak kokumla birlikte

ben de unutacağım her şeyi
önce evi, sonra sokakları ve İstanbul'u
biliyorum, bir tek sen kalacaksın
çünkü gözlerini yanıma aldım

© Metin Celâl

Daüssıla

italiano

In silenzio, ho accolto in me la pioggia
ho trovato i tuoi occhi dove li avevo lasciati
ancora una volta ho cancellato la mia storia
rimosso il mio nome dalle strade abbandonate
di me in casa non restano che poche tracce
che voleranno via col tempo
svanendo come il mio odore

e anch’io dimenticherò ogni cosa
la casa per prima, poi le vie e Istanbul
lo so, rimarrai solo tu
perché i tuoi occhi io li ho presi con me

Traduzione: Verderame, Nicola

KONFORMIST

turco | Metin Celâl

sanki her şey önceden yaşanmıştı
daha geçmeden biliyorduk bu yolları
söylenecek tüm sözler zaten yazılmıştı
soğuyan cesetlerimiz mutsuz olacaktı

küçük hayat parçaları ve önemsiz ayrıntılar
bilgimiz dahilindeydi
ama hiçbir  şeyi değiştiremezdik
bu hayat böyle bitecekti

her kâbus sonrası, sakinleşmeyi beklerken
tek bir cümle vardı sarılacağımız
"Ateş yiyen çocuklar
yirmisine varmadan ölürler"

Haziran 1990

© Metin Celâl

Conformista

italiano

è come se tutto fosse stato già vissuto
ancor prima di attraversarle, conoscevamo queste vie
le parole erano state già scritte
la tristezza dei nostri corpi raffreddati

piccoli frammenti di vita e dettagli trascurabili
erano parte di ciò che conoscevamo
ma non avremmo potuto cambiare nulla
questa vita sarebbe finita così

al termine di ciascun incubo, nell’attesa della calma
c’era una sola frase a cui avvinghiarsi:
“I ragazzi che mangiano il fuoco
muoiono prima dei vent’anni”

Giugno 1990

Traduzione: Verderame, Nicola

YALNIZIM, YALNIZSIN, YALNIZIZ

turco | Metin Celâl

kimse içimdeki boşluğu görmüyor
bir adresi yitirmek neler hissettirir insana
kalp atışlarından uzak olmak
soluğunda duyamamak mevsimleri, düşünmüyor

çok şey bilmenin hoş karşılanmadığı zamanlardayız
ciddiye alınmıyor sorularımız
gün afrikalı kalmaya kararlı
bu dünyadan olmamak da yetmiyor

ve siz geliyorsunuz, sarı elbisenizle bir silüet
hayatımdaki eksikleri gösteriyorsunuz
küçülüp silikleşiyorum, hafifliyor bedenim
yalnızlığım dağılıp çoğalıyor sesinizde

ben artık sadece kuşların şarkısını dinliyorum

9.9.99

© Metin Celâl

Sono solo, sei sola, siamo soli

italiano

nessuno può vedere quel vuoto in me
nessuno sa cosa prova chi perde un indirizzo
a restare divisi dai battiti del tuo petto
e non sentire le stagioni nei tuoi respiri, nessuno lo sa

il nostro tempo non accetta chi conosce mille cose
guardano con sufficienza le nostre domande
questo tempo è determinato a essere africano
né basta non essere di questa terra

e poi arrivi tu, una sagoma vestita di giallo
a mostrarmi cos’è che manca nella mia esistenza
io mi ritraggo e impallidisco, il mio corpo si fa leggero
la mia solitudine si diffonde e si moltiplica nella tua voce

Io ormai non ascolto che il canto degli uccelli

9.9.99

Traduzione: Verderame, Nicola