I Do Not Want Rain for Rain

I have known summers
where rain would come cool
as the underside of a pillow. Worms
would leave dusty chambers
and crawl pavement

in a way
we never understood.
We'd pop them on our bikes and
afterwards flick sun-dried skins
against each other.

So, I do not
want rain, for rain
no longer brings the secret
squeak of our shed,
dusty smells

of tomatoes
before they're washed.
Some afternoons the sand would be rain
and wouldn't burn as we placed
our prints,

saw them shrink.
Dad would find a game to quiet us
as the smell of steam seeped into our house.
It was how the trains might have smelled
before oil and electricity,

the smell of a kettle
left boiling: bitter and almost clean.
Indoors was all cardboard and closets
and the sun was not missed
like a brother

who calls to say, “Rain,
I forgive you for holding me
under grey water.” I was not always old
and stupid and mean. I was born
innocent. But the sun

made me brutal.
I enjoyed metal handles turned to stove-tops.
When a seat belt burnt my brother on his little hip
he cried so bad we were late for my store.
So I punched him

where he was pink
and he fell on the black, sun-burned tar,
cried till he was told to quit, given an ice-cream
that dripped down his liberty arm.
And now the rain comes daily

like newspapers
Sunday thick. Not like
a child we welcome home
nor someone dead
whom I welcome

in good dreams
my grandfather takes
my hand, says I am forgiven
for getting to his hospital late,
for the way I speak

to my mother,
for living while he is dead.
And I say thank you and he says to enjoy the rain
while I can. And because he says it, I try.
For when I was a child,

before rain was just rain
or even God damned rain, Grandpa was at
the ice-cream bells, calling, “Quick, come quick
before it melts.” The grey cloud hanging
in the west pressing closer, pregnant
all over again with rain.

© Ryan van Winkle
De: The Good Dark
London: Penned in the Margins, 2015
Producción de Audio: Ryan van Winkle & Colin Fraser (Culture Laser productions)

Yağmur Olduğu için İstemiyorum Yağmuru

Yağmurun bir yastığın arkası
kadar serin geldiği yazlar
hatırlıyorum. Solucanlar
tozlu odalarını bırakıp
sürünerek
hiç anlamadığımız

bir nedenle
asfalt yola çıkarlardı.
Bisikletlerimizle ezer geçerdik
güneşin bir fiskede kuruttuğu
kurtçukları.

Yağmur olduğu için
istemiyorum yağmuru
-artık getirmiyor gizemli
gıcırtısını sundurmanın,
yıkanmamış

domateslerin
tozlu kokusunu.
Bazı öğle sonraları kumlar
yağmur olurdu
ve yakmazdı ayaklarımızı
ayakizlerimizin
büzülmesini izlerken.
Ya da babam bir oyun uydururdu uslu
duralım diye, yazın buğusu sızarken evimize.
Yaz, yağ ve elektrik bulunmadan önceki
trenler gibi kokardı,

açık unutulmuş bir kettle gibi,
acı ve neredeyse saf.
Duvarlar ve dolaplar mukavvadandı
ve güneş bir kardeş
gibi özlenmezdi

“Yağmur,
beni bulanık sulara batırdığın için
seni bağışlıyorum” demek için arayan. Her zaman
böyle aptal ve yaşlı değildim. Masum
doğdum ben de. Ama güneş

zalim kıldı beni.
Metal şeylerin bir ocak gibi kızması eğlendirirdi beni.
Emniyet kemerinin kulbuyla kardeşimin kıçını yakınca
öyle çok zırladı ki oyuncakçıya geç kalacaktık
yumruğu çaktım
pembe suratına
ve güneşte kavrulan kara asfalta devrildi,
annemler susması için üstüne başına damlayan
bir dondurma verene kadar ağladı.
Artık yağmur bir günlük

gazete gibi.
Pazarları daha uzun.
Evine hoşgeldin dediğim bir çocuk
ya da çocukluğumda bana
evine hoşgeldin demiş bir ölü gibi değil.
Düşlerimde

dedem ellerimi
tutuyor ve onu hastaneye
geç götürdüğüm için,
annemle kötü konuştuğum için,

o ölmüşken ben yaşadığım için
bağışlandığımı söylüyor. Hala
şansın varken yağmurun tadını çıkar diyor
ve ben sırf o dediği için deniyorum
çocukluğumdaki gibi

yağmurun sadece yağmur ya da
allahın belası yağmur olmadığı ve dedemin
dondurma çıngırağını çalıp “çabuk gelin,
erimeden yetişin” dediği zamanlardaki gibi yağmuru sevmeyi.
Batıda asılı duran bulut üstümüze sürüklenip
yağmayı hatırlamadan önce.

Çeviri: Gökçenur Çelebioğlu