CEM GİBİ

Gün soldu, eteklerinde kızıl pırıltılarla damlarken su
Gecenin yenik bahçesinde dolaştım, sarı bir yağmurdu
Bitip tükenmeyen kayalıkların ortasında mahsur
İçimde titrerken anılar ve kaçışın bakır kokusu
Çocukluğum bir taht odası, Bursa'da yenik sultanlığım
Bütün kapılar kapanmış, bütün kapılar sur
Döndüm, ardımda yansıyan o büyük aynayı gördüm
Varlığın ve hiçliğin kaynaştığı, göçebe yağmur.

Gün soldu, eteklerinde kızıl pırıltılarla damlarken su
Vardığımda yoktu bütün kapılar. İskele, günbatımı
Rodos'a doğru batık tekneler. Kadırgamın şişmiş
Tahtalarında çırpınan rüzgârı
Duydum, yüzümün büyük sularına çizilen.

Ta orada yüksek dağlar, bu dik ve acılı yol
Bir at kişnemesi, yağız gül kokusu
Çökmüş tapınakların altında gizli geçitler
Ve küflü mahzenlerinde taşlaşmış ölüler korosu
Giden kim? bu ilkyaz şafağında yolcu edilen habersiz
Beyaz kefenlerine bürünmüş yürüyen bakirelerle.

Birden şimşek! ve göründü ve yokoldu kapılar
Yenilgi ve acı, kaçış ve sürgün. Zamanın yitik
Aynasında tüterken yalnızlığın bakır kokusu
Alnıma dövülmüş bu ilenç, bu belirsiz yolculuk
Duydum etime değişini bin kızgın demirin
Karanlık mazgallarından sarkan gövdemin...
Bir ilkyaz şafağında kurban edilmişliğim.

Birden yağmur! ve yüzümün yarısı akıp gider
Benim gözlerim yok, kurşun! sıcak ve ağdalı yüzgörümlüğüm
Issız oyuklarında derin uğultularıyla rüzgâr
Gözlerimin ıssız oyuklarında... Sıra kimde?
Batık teknemin suya gömülmüş ahşap direklerinde
Asılmış tüm yolcularım. Celal'im! Sinan'ım!
Bu deniz nereye gider, bir biz kaldık
Ve yağmur tüm kapıları siler.

Ben Cem, daha dün yarım imparatordum
Kestirdiğim paralarda soldu vücudum
Öldüm binlerce ölümle, kıyıya vuran cesedime baktım
Yağlı urganlar bağlayıp boynuma (iskele, günbatımı
Rodos'a doğru batık tekneler) yürüdüm, artık
Bana bu dünyada yer yok
Ne saray, ne köşk; ne rütbe, ne taht
Ağabey el ver yanına geleyim
Al beni, sonra istersen boğdur
Bir yanım zifiri karanlık, bir yanım... birden yağmur!

Günler bir ormanın sessiz çığlığına gömüldü
Kendi içine düşen dipsiz kuyulara. Cesaret:
Gözbebeklerimin içindeki karanlık ülke
Perili... ve hiç varılmayacak.

Gün soldu, eteklerinde kızıl pırıltılarla damlarken su
Bir at kişnemesi, yağız gül kokusu
Vardığımda yoktu bütün kapılar.
Ben yitik zamanın altında kaldım
Silindi kapılar ben dışarda kaldım
Bu soğuk, bu kimsesiz karanlıkta
Yalnızım, ellerimden başka yok fenerim.

© Tuğrul Tanyol
Producción de Audio: EDISAM / T.Tanyol 2004

Come Cem*

                                                        a Mehmet Müfit

Il giorno svanì, gocciolando dalle vesti rossi scintillii
Vagai nel giardino eroso della notte, in una pioggia gialla
Circondata da rocce senza fine,
Memorie si scuotevano in me, l'odore di rame della fuga
La mia infanzia una sala del trono, il sultanato sconfitto a Bursa
Tutte le porte serrate, tutte le porte bastione
Tornai, vidi alle mie spalle il grande specchio riflettere
La pioggia migrante in cui si fondono esistenza e inesistenza.

Il giorno svanì, gocciolando dalle vesti rossi scintillii
Nessuna porta, al mio arrivo. Molo, tramonto,
Scafi affondati verso Rodi. Sul fasciame gonfio
Della galea sentii il soffio del vento,
Inciso sulle vaste acque del mio viso.

Di là alti monti, questa via ripida e amara
Un nitrito, il profumo bruno di una rosa,
Passaggi segreti sotto templi in rovina
E il coro di morti pietrificati in cripte ammuffite
Chi va lì? Viaggiatori inconsapevoli
E vergini in bianchi sudari in quest'alba di primavera.

D'un tratto un fulmine! Apparvero e scomparvero le porte
Sconfitta e pena, esilio e fuga. L'odore di rame
Della solitudine si levava nello specchio perduto del tempo
Questa maledizione incisa sulla fronte, questo viaggio indefinito,
Sentii mille ferri roventi colpire la carne
Del mio corpo sospeso alle feritoie del buio...
Ero sacrificio in un'alba di primavera.

D'un tratto la pioggia! E metà del mio viso lavata via,
Piombo, non ho occhi! Ecco i miei doni per la sposa
Vento con profondi lamenti in cavità isolate
Desolate cavità degli occhi... a chi tocca?
Tutti i compagni di viaggio impiccati all'alberatura
Della mia barca affondata. Mio Cemal*! Sinan* mio!
Dove va questo mare? Siamo rimasti solo noi
E la pioggia a cancellare tutte le porte.

Io, Cem, ancora ieri regnavo su metà di un impero.
La mia immagine è scomparsa dalle monete che ho coniato
Sono morto mille morti, ho visto il mio corpo sbattere sulla riva
Ho camminato legato con funi incerate (molo,
Tramonto, scafi affondati verso Rodi), e ormai
Il mondo non ha più posto per me,
Né palazzo né padiglione, né rango né trono.
Dammi la mano, fratello, vengo con te
Accettami, poi fammi strangolare se vuoi
Parte di me oscurità totale, parte di me... pioggia inattesa!

Seppellirono i giorni nell'urlo sommesso di una foresta,
Nei pozzi senza fondo del suo cuore. Coraggio:
L'oscurità nelle pupille è un paese fatato... e irraggiungibile.

Il giorno svanì, gocciolando dalle vesti rossi scintillii
Un nitrito di cavallo, profumo bruno di rose,
Nessuna porta lì dove arrivai.
Lasciato fuori nel tempo perduto,
Lasciato fuori dalle porte cancellate
In questo freddo, in questa oscurità desolata
Ero solo, solo le mie mani per lanterna.

Traduzione: Nicola Verderame