SEVGİ DUVARI

Sen miydin o, yalnızlığım mıydı yoksa
Kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
Dilimizde akşamdan kalma bir küfür
Salonlar piyasalar sanat-sevicileri
Derdim günüm insan arasına çıkarmaktı seni
Yakanda bir amonyak çiçeği
Yalnızlığım benim sidikli kontesim
Ne kadar rezil olursak o kadar iyi
Kumkapı meyhanelerine dadandık
Önümüzde Altınbaş, Altın Zincir, fasulye pilakisi
Ardımızda görevliler, ekipler, Hızır Paşalar
Sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
Öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
Çöpçülerin elleriyle okşardım seni
Yalnızlığım benim süpürge saçlım
Ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi
Baktım gökte bir kırmızı bir uçak
Bol çelik bol yıldız bol insan
Bir gece Sevgi Duvarını aştık
Düştüğüm yer öyle açık öyle seçik ki
Başucumda bir sen varsın bi de evren
Saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi

© Can Yücel

DIE LIEBESMAUER

Warst das du - oder meine Einsamkeit?

im tiefen Dunkel machten wir die Augen auf,

verklebt der Blick, ein Fluch auf den Lippen vom Abend noch

auf Galerien, Märkte und Lesben der Kunst.

Den lieben langen Tag war ich verrückt danach,

dich unter Leute zu bringen.

Am Kragen trugst du eine Salmiakblüte,

meine Einsamkeit, meine verpisste Komtess.

Je mehr man uns verspottet, desto besser.


Wir suhlten uns in Kneipen von Kumkapı,

vor uns Rakı, Fusel, Bohnentopf,

Trupps und Beamte hinter uns; morgens fanden

Schutzpatronen mein Aas in den Gullys.

So herzlich die Hände der Müllmänner,

da streichelte ich dich – mit ihren Händen –,

meine Einsamkeit, meine Besenhaarige,

je mehr wir stinken, desto besser.


Ich blickte auf, sah Rot, einen Flieger am Himmel,

eine Unmenge Stahl, unglaublich viel Sterne, Menschengewimmel.

Über die Liebesmauer sprangen wir, eines Nachts,

dort, wohin ich fiel, war es so klar, so hell,

da warst du bei mir, du und der Kosmos.

Wie oft ich starb, wie oft ich auferstand, unzählbar oft.

Je mehr wir ohne Lüge leben, desto besser.

Aus dem Türkischen von Monica Carbe