Nilay Özer
kafe kozmopolit
kafe kozmopolit
sis bir deniz hayaletidir
evleri anıları zan altında bırakan
ıssızlığına yürüdükçe derinleşen vadiyi
geçmişin taşlık yosunlu gecesini
bütün ilişkilerde kararan o cümleyi
zan altında bırakan
sis ve aşklar
aşklar ve sis
yitik yataklarını arıyorlar dünyada
büyük yolculukları tekrarlamak istiyoruz
burada ve şimdi hiçbir yere gitmeden
sigara dumanı.. gölgesi gür şarkılar.. siyah bir ceketin mor astarı
kapısıdır sanıyoruz çağların.. alkollerden acılara geçilir böyle
dalgın gözlerimizin eşelediği boşluk
(bir böceksi yerleşir oraya hemen)
cılız hayvanlarıyla eski zaman taşıtları
(gıcırtılarına çarmıhların gizlendiği)
bir ihanet vaat ediyor bize birbirimizden
senin ruhun vestiyerde asılı
benim kalbim güvende değil gövdemde
içmiyoruz masamızda mayışan yanlışlığı
çünkü durduğumuz yerde buluyor bizi
isli duvar diplerine çöktürülmüş sabiler
uzun bir yürüyüşle yırtılan kar örtüsü
akşamüstü yaprakların uçları bükülüyor
yaprakların iki yüzü birbirini görüyor
eğrilmiş bacaklar.. fırlamış kaburgalar
insanın içi dışından görünüyor
sahi ne akmış bir zamanlar
mermerin soylu damarlarından
ahşabın çil çil damarlarından
ölülerin aç ağzına ne akmış
yağmalanmış yün.. kırık çömlekler..
bize böyle ağır şeyler yüklediler sevgilim
uçuş uçuş sevişmemiz neredeyse imkânsız
biliyorsun kelebekler hafiflikle beslenir
dün talihsizlikti denir hırpalanır sessizlik
un çuvalları gibi geçirgen
bembeyaz bulaşıcı sessizlik
aklın bir uçurumdu sözcüklere bitişik
var olduğun her yerden attın kendini
bense hep bir şeyler bulacağıma inandım
otları karıştırıp ayak ucumla
havayı aralayıp kirpiklerimle
içinde midye pişen yağ tenekesi
mozaik merdivenleri aşındıran yağmurlar
plastik bir kolonya şişesi serinliği
nereye kaybolur diye diye eskidim
yan yana üst üste akıl almaz bir değirmen
taşlar bir şeyleri öğütüyor her yerde
deniz ısırganı.. deniz sarmaşığı.. deniz lalesi
kuruda kalmış dip üstümüze siniyor
öksürük ve iyot ve belleğin keçesi
ne zaman ismimizi hatırlamaya kalksam
bir denizdantelinin hayali gibi
bazı fotoğraflar geçiyor aramızdan
tıkış tıkış vagonlar demirin terlediği
mor mühürlü evrak o uzun geçmiş
biraz da bunlardan yapıldı hayatımız
biraz da eritilmiş bir kilise çanından
sustuğumuz her yerde yok oluyor
bak oluyor dil
öyle uzun zamandır soluyor ki güller
sonunda solmak gül oluyor
belki bu yüzden aşk da
bir deniz kızı fosilinin karşısında ağlamaya benziyor
öyleyse unutmalı ağları parçalayan balığı
her gün unutmalı balığın bıçaklardan kurtardığı pulları
nereye kadar mı deniz durdukça
deniz bir hayalet olarak tozup durdukça
av mısın avcı mı söyle yokuz biz
o yollar da yok o menziller silindi
felç ve diş gıcırtısı.. felç ve diş gıcırtısı
hayatta kalma dersleri olmalı okullarda
yön tayini.. eğim bilgisi.. yıldızlara göre yarın
(acılardan mı artırılmış tuhaf bir tasarrufla)
ağaçların ne yandan yosun tuttuğunu
dere otlarının suyu haber verdiğini
ve ayağa batan denizkestanesinin
ağrılı bir cümle olduğunu bilme hiç
bakıyorsak kirli camlardan göğe
bakmanın kurumu kaplıyor bizi
karga gagalarının didiklediği
alaca karanlığında sabahın
dalında bir gül nasıl bir aşırılık
hayat çökebilir ordan
o insanlar öldüler yaşamayabildin mi
geri çağrılabilir mi deniz
umut et sevgilim ve ismini değiştir
yüzün bir denizanası gibi
suya dönüşüyor avuçlarımda
sis bir deniz hayaletidir
yatağını bulamaz damlar rakı bardağına…
samsun, 1915