Adnan Ozer, Eray Canberk, Hüseyin Baş
türkisch
N. ÜBERQUERT DIE ALPEN, TAIPEH
naturbelassene Hosen des
Eroberers der ausländischen
Welt, Rasiermesser, Schach
figuren, mit denen er auf
St. Helena noch spielte,
nun auf diese Insel gesperrt.
Sein chinesengroßes Feld
bett. Vergrößerung: dann,
ein Nebenflügel, auf Stoff
blumen erscheinende eigene
Geschichte, Minischrift
zeichen auf Eierschalen
stele im Schaukasten mit
Lupeneinsatz, oder, in der
Eingangshalle, der Kaiser
bezwinger als Bronzekoloss.
Der Starre steife Pausen, wenn
ein Bediensteter der Ehren
wache den Nacken massiert,
kann sich entpuppen,
bevor sie, mit versetzten
Schritten, abgelöst wird.
Im Freien, am Teich,
bewegt womöglich ein
Baum das Chi eines
Mannes, der übt: seine
Alpen überqueren, und
dabei hineinbröckeln.
Aus: Buch Vier. Gedichte
Frankfurt am Main: Frankfurter Verlagsanstalt, 2008
Audioproduktion: 2006 Literaturwerkstatt Berlin
Tutulmanın Tülleri
Avı gözle, tutulmanın tülleri ardında oyunu dünyanın!
Kulağın çukurunda, yenik, imkânsız aşklardan söz ediyor bize
anı denilen bu sessizliğin gemisi.
Tutalım dilimizi, sözcükleri, gecenin sarhos ininde.
Ve her şey sessiz kalır. Salt yıldızlar, eski haberciler,
kuş sürülerinin bu kör ettiği gecenin zaferini muştular.
Duyuyor musun? Fırtına örtülü gün doğumunu biler ve gökyüzü,
alevler içindeki kuş, ölü zamanı değiştirir.
Ve işte perde inmeye başlar, parlayan ateşin
binlerce dilinin sahte imparatorluğu, kırmızı ve siyaha
açilan doruk; ve işte sonun örtük çıplaklığı başlar.
Orda, yıldızların yansıttığı gök kapılarının
göksel dokumayı örttüğü; alevli al, kor halinde
vi çıplak meleğin, kömürleşmiş açıklıları gizlediği yerde.
Işığın suyu öptüğü ve suyun karanlıkları yaktığı yerde.
Gökyüzünün mırıltısını, ayın kalp atıslarını
ve askın acı ağırlığını azaltan güneşi dinliyorum.
Kanla ıslanmış parmaklarım ve ışıkla çürümüş dişlorim var.
Bir duman gibi, can çekişen ben, beni karanlıklara
bağlayan belleği aralıyorum ve açıyorum uğursuz göğsünü
güneş bekçisi Kerberos’un.
Ne daha boş bir doluluk vardır, ne de daha dolu bir boşluk.
Yıldızların parlak ve karanlık yok edilişinden
daha sert ve daha yumuşak, daha heyecanlı yokluk yoktur.
Böylece, insan dolunay altında yitik bir an,
zaman yayında titreyen bir ok, prens ve köledir,
düşü akıl, ölümü yaşam, biçimi ateşten madde
yapar. Düşsel tutulmadan gerçeği.
Kurguysa eğer aşk, yanıp tutuşmak istediğim ışık sessiz
ve ağir kurguysa eğer, dünyada bize nasıl bir gelecek kalır?
Cıplak, an’ı düşlüyorum. Sessiz bir saydamlıkla, gökyüzü
ışığın koşan orağının hızını keser. Düşer karanlığın kellesi.
Şimdi, belli belirsiz, ağaçaların nabzının attığını duyuyorum.
Yanık bir soluk, titrek ve kaçıcı, esnek bir günbatımının
renkli elini kapatır. Rüzgâr toprağı tohumlar.
Ve ben anımsarım; ölümün soğuk ve derin sözlerini anımsayalım:
Bedenin işaretleri kapanır gözlerle.
Gölgeyle dokunuş, ışıkla tüm varlık.