Pascale Gisselbrecht 
Übersetzer:in

auf Lyrikline: 13 Gedichte übersetzt

aus: türkisch nach: französisch

Original

Übersetzung

ses

türkisch | Reha Yünlüel

kulaktan kulağa
simsiyah bir halıyla kaplattığım
yüzümde,
nerden çıktığı belli olmayan
bir ses dinleniyor
ısıtan ortalığı
serin bir bahar sabahı

göz kırpımı kadar bir zamanda
yaklaşıyor seslerimiz birbirine
bir kırpıyoruz gözümüzü
bir daha açmıyoruz

yere bırakılmış
kalplerin üstünde
dansediyoruz
yere bırakılmış
ve unutulmuş
kalplerin...

sana dağlarımı anlatıyorum
günlerce, gecelerce
içimdeki yanan ateşleri
ateşlerin dağlardaki kırık yankılarını,
ateş böceklerini,
bana ihânet eden ben'leri,
çeteleri, kaatilleri, hırsızları,
gözlerimle...

bir büyü yerleşiyor
parmak izlerimize
gizlice

soru işaretlerinden bıkkın gözlerim
sükûnetin o sâkin limanını arıyor gözlerinde
sükûnetin o sâkin limanını

soru işaretleri
birbir çalıyorlar
aramızdaki büyüyü
korkuyorum!
ellerimi bir çift yumruk hâlinde
koltuk altlarıma saklıyorum!

soru işaretleriyle
birer mil çekiyorsun yavaş yavaş gözlerime
kör oluyorum!
bir karanlık odada
seni
el yordamıyla
seviyorum.

© Reha Yünlüel
aus: Katedralden Düşen Kuş
ISTANBUL: Virtüel, 2000
ISBN: 975-96720-4-9
Audio production: Hans-Pascal Blanchard

la voix

französisch

une voix surgissant de nulle part

s’attarde sur mon visage

   que j'ai fait tendre de tapis noir

   d'une oreille jusqu’à l'autre

      et réchauffe les alentours

         un matin doux de printemps


nos voix s’effleurent

le temps d'un clin d'œil

   nos yeux clignent

   et ne s’ouvrent plus


nous dansons sur les cœurs

délaissés sur le sol

   sur les cœurs

      abandonnés

         et oubliés

je te raconte mes montagnes

-jour et nuit-

   les feux allumés en moi,

   leurs échos qui se brisent dans la vallée,

   les lucioles,

   les « Je » qui me trahissent

   les bandits, les assassins, les voleurs,

avec mes yeux…


la magie s’infiltre

dans nos empreintes digitales

furtivement


mes yeux lassés de points d'interrogation

cherchent le port paisible de la sérénité

dans les tiens

   le port paisible de la sérénité


les points d'interrogation

qui un par un

ont volé entre nous

la magie

   j'ai peur !

      je cache mes mains serrées en poing

      sous mes aisselles !


lentement tu passes

les points d'interrogation

au fer rouge devant mes yeux

je deviens aveugle !

   dans une chambre noire

      je t'aime

         à tâtons

french version / version française : Belkis Sonia Philonenko, Pascale Gisselbrecht, Reha Yünlüel

sevişme günlüğü s. 1

türkisch | Reha Yünlüel

                           işi olmayan giremez!

not defterlerinde unutulan bir ad mıydın yoksa
ya da bir bulmacanın soldan sağa satırında
bir türlü bulunamayan bir ülke

sevişme günlüğümde
böyle anlatmıştım işte seni.

sevişme günlüğüm!
ilk sahifesinde
'işi olmayan giremez' yazılı
bir levha koyduğum,
her sayfasını doldurduktan sonra
güneşte sararttığım hayatım!

sana hiç söylemedim ama
ben sevişmelerimin toplamıyım

burnuma kokunu bıraktığında
son sayfasını açardı günlüğümün,
tedirgin bir rüzgâr
giderken

sen girdikten sonra
sarı yapraklarımın arasına
bilmiyordun
-ve hiçbir zaman da bilmedin!-
aslında bir öpücük hırsızının
kanatsız sandığını kurcaladığını!

ve hiçbir zaman bilmeyeceksin
tüm işi,
geceleri,
telefon rehberlerindeki
yalnız numaraları aramak olan
bir umut döşeme atölyesindeki
şefliğimi!

© Reha Yünlüel
aus: Katedralden Düşen Kuş
ISTANBUL: Virtüel, 2000
ISBN: 975-96720-4-9
Audio production: Hans-Pascal Blanchard

journal intime d'amour : p. 1

französisch

           interdit sauf aux personnes concernées


étais-tu un prénom oublié dans les agendas

ou bien un pays introuvable

dans une grille de mots croisés


je t'avais racontée comme ça

dans mon journal intime d'amour


mon journal intime d'amour !

sur la première page duquel

j'ai mis un panneau :

"interdit sauf aux personnes concernées"

mon journal intime d'amour !

après avoir rempli chaque page

de ma vie qu'au soleil j'ai fait jaunir


je ne te l'ai jamais dit mais

je suis la somme de mes amours


quand le vent hésitant

me laissait ton odeur

en partant

il ouvrait la dernière page

de mon journal,


après être entrée

parmi mes pages jaunes

tu ne savais pas

-et tu n'as jamais su non plus-

que tu fouillais en fait

la malle sans ailes d'un voleur de baisers


et tu ne sauras jamais

que je suis le tapissier en chef d'un atelier d'espoir

dont le travail est d'appeler

les numéros esseulés

dans les annuaires

la nuit

french version / version française : Belkis Sonia Philonenko, Pascale Gisselbrecht, Reha Yünlüel

BEDEN DİLİ

türkisch | Metin Celâl

hayatımızdaki rolünü bilmek istiyordun
gözlerinden okunuyordu birine güvenme isteğin
sade, süssüz, biraz kendinden emin
soruyordun komşu çocukları gibi hınzır;
- birinci derece tanıklıklarda kanar mı tüm yaralar

çok kullanılmaktan yorgun sözcükler geziniyordu aramızda
yaşıyorduk gelecek zaman kipinde, unutup geçmişi ve bugünü
biliyordun seni benden başka dinleyen yok
asla kurtulamayacaksın aile bağlarından

oysa kırılan, kopan çok şey vardı yakınlıklarda
pencere önünde unutulmuş bir saksı
dudağının ucunda söylenmeyi bekleyen akraba adları...
inanmayı başarıp, rahatlardın her insan gibi;
-aile içinde affedilmeyecek suç yoktur

4.4.99

© Metin Celâl

Le Langage Du Corps

französisch

tu voudrais connaître ton rôle dans notre vie

simple, sans ornement et un peu sûre de toi

tu demandais comme les enfants des voisins, fripons;

- est-ce quíelles saignent, lors des témoignages au premier degré*, toutes les

                                                                                                        blessures?


les mots fatigués díêtre trop utilisés se promenaient entre nous

tu níéchapperais jamais à tes liens familiaux


mais il y avait beaucoup de choses qui se brisaient, qui se rompaient parmi les               

                                                                                                              proches

un pot oublié devant la fenêtre


au bout de tes lèvres, les prénoms des tiens attendent díêtre prononcés

tu te soulageais comme chaque personne en pouvant croire;

- il níy a aucun délit impardonnable dans la famille



* " témoignage au premier degré" est utilisé pour un témoin direct díune scène

Traduit par Reha Yünlüel et Pascale Gisselbrecht

HİÇ DEĞERİM YOKMUŞ

türkisch | Metin Celâl

kötü haber kolay yayılır vücuda
sesinin bıraktığı izler
sıradanlık ve yineleme
caydırır beni acıyan bakışların

iyiniyet yetmedi hiçbir zaman
topuk seslerinden yansıyan kararlılık
denge kalmadı yaşamla ölüm arasında
kalmadı acil durumda sarılacak cansimitleri

elimde "unutma beni" çiçekleri
bir şarkı arıyorum anıları canlandıracak
dağbaşı yalnızlıkları, dere kenarı sohbetleri
oysa benim hiç köyüm olmadı
şehirli ve yetimdim senin gözünde

küçümsedin tüm yaptıklarımı
dinlenmeye değer dertlerim yoktu
incir çekirdeğini doldurmaz sıkıntılar
şemsiyeli ve aşırı tedbirli bir zavallı, o kadar

bir anda çıkıverdin hayatımdan
sanki hiç yokmuşum, hiç tanışmamışız
çınlamamış kahkahalarımız dostluğun tadıyla
geceden kalma acı bir tadmışım gibi, unutuverdin

4.4.2000

© Metin Celâl

Donc je ne vaux rien!

französisch

la mauvaise nouvelle se répand facilement dans le corps

les traces que ta voix a laissées

la banalité et la répétition

il m'en empêchent, tes regards souffrants


elle ne te suffit jamais, la bonne foi

la décision reflétée par les sons des talons

il n'y a plus d'équilibre entre la vie et la mort,

de gilet de sauvetage qu'on puisse étreindre en cas d'urgence


dans nos mains, les "ne m'oublie pas"*

je cherche une chanson qui va raviver des souvenirs

les solitudes montagnardes, les conversations au bord du ruisseau

mais je n'étais d'aucun village

j'étais citadin et orphelin dans tes yeux


je n'avais pas de souci méritant d'être écouté

les ennuis qui ne remplissent pas les pépins de figues**

un pauvre avec son parapluie et trop prudent, c'est tout


tu es sortie de ma vie tout d'un coup

comme si je n'y étais jamais été

comme si nous ne nous étions jamais rencontrés

nos rires n'avaient pas retenti avec le goût de l'amitié

comme un goût amer qui reste de la nuit, tu as oublié


* "ne m'oublie pas" est nom du myosotis en turc.

** "qui ne remplit pas de pépins de figues" est une expression en turc qui désigne les choses peu importantes, futiles, telles les petits soucis, les tracas,

Traduit par Reha Yünlüel et Pascale Gisselbrecht

KÜÇÜK ŞEYLERİN TEDİRGİNLİĞİ

türkisch | Metin Celâl

karların altına saklandığında
bir garip tona bürünür bedenin
susuz kalmış güvercin bakışlı
mağrur ve yalnız gülüşün

kararlıydık birlikte çürümeye
ortak olacaktık tüm suçlarda
terkettin manzarayı, gittin
yerini dolduramadı düşler

gözler kapalı, dudakuçlarında mırıltılar
kimbilir hangi duaya süzülüyor
eski fotoğraflardan kalma amcalar
silerek adımızı belleklerden ya da yalnış yazarak

sonunda yaşlanır yalnız kalırım diyordum
sevmeye yetenekli günlerde savrulup
kendinin sırrına erenlerin umarsızlığıyla
unuturum hayatın yorucu uğultusunu

kalkmaya hazır halk otobüsü
ve zamanı dolmuş bir paso
izin vermedi durup düşünmeye
geçip giden ne, bir sözcük bile olamayan

2.2.2000

© Metin Celâl

L'inquiétude des petites choses

französisch

quand tu es cachée sous la neige

il se revêt d'une nuance étrange, ton corps

il a un regard de pigeon assoiffé

seul et fier, ton sourire


nous étions déterminés à pourrir ensemble

nous serions complices pour tous les crimes

tu as laissé le paysage, tu es partie

les rêves n'ont pas pu combler ta place


les yeux sont fermés; au bout des lèvres, des murmures

qui sait vers quelle prière ils planent

les messieurs qui restent des vieilles photos

en effaçant nos prénoms des mémoires ou en écrivant seul


je me disais je vieillis finalement, je reste seul

je me dispersais, les jours où j'étais capable d'aimer

je pourrais oublier le bourdonnement fatiguant de la vie

comme les gens comprennent les secrets d'eux-mêmes en vain


le bus public prêt à partir

et un abonnement périmé

ne m'ont pas permis de réfléchir

qu'est-ce qui passe, ça ne peut même pas devenir un mot

Traduit par Reha Yünlüel et Pascale Gisselbrecht

YALNIZIM, YALNIZSIN, YALNIZIZ

türkisch | Metin Celâl

kimse içimdeki boşluğu görmüyor
bir adresi yitirmek neler hissettirir insana
kalp atışlarından uzak olmak
soluğunda duyamamak mevsimleri, düşünmüyor

çok şey bilmenin hoş karşılanmadığı zamanlardayız
ciddiye alınmıyor sorularımız
gün afrikalı kalmaya kararlı
bu dünyadan olmamak da yetmiyor

ve siz geliyorsunuz, sarı elbisenizle bir silüet
hayatımdaki eksikleri gösteriyorsunuz
küçülüp silikleşiyorum, hafifliyor bedenim
yalnızlığım dağılıp çoğalıyor sesinizde

ben artık sadece kuşların şarkısını dinliyorum

9.9.99

© Metin Celâl

Je suis seul, tu es seul(e), nous sommes seuls

französisch

personne ne voit le vide en moi,

que fait ressentir la perte d'une adresse

l'éloignement des battement d'un coeur

les saisons qu'on ne saisit dans sa respiration, on n'y prend garde


nous sommes dans l'époque ou l'on ne tolère pas les connaissances

nos questions ne sont pas prises au sérieux

la nuit est décidée à rester africaine

il ne suffit pas non plus de venir de la terre


et vous venez, avec votre habit jaune une silhouette

vous me montrez les manques dans ma vie

je deviens flou en devenant petit, mon corps se fait léger

ma solitude se disperse et croît dans votre voix


je n'écoute plus rien sauf les chants des oiseaux


9.9.99

Traduit par Reha Yünlüel et Pascale Gisselbrecht

amorti

türkisch | Reha Yünlüel

biletimi,
kör bir piyangocunun
titreyen ellerinden çekiyorum
savrulmuş hayâtıma bir amorti vursa
bu, en büyük ikrâmiye bana!

sen'lerden örülmüş bir duvarın kenarından yürüyorum
sen'lerden örülmüş o duvara tutunarak
yalnızlıklardan kaçıyorum güyâ
yalnızlıklarıma birer dâvetîye gönderirken

ben o sen'leri bölüyorum
o sen'ler beni
bölük pörçük hayatımı
iliklemeye çalışıyorum beceriksiz ellerimle!

yamalı bir kum torbasına dönmüşüm
kendimi dövmekten geliyorum
bir iş dönüşü saati
yorgunum, bitkinim
dargınım kendime!

cevapları kendi içinde saklı sorguların
binlerce soruya gebe bakışlarında
bir sümüklüböceğin kabuğunu sürüklediği çaresizlikte
yediyorum kendimi
bir kaplumbağanın "evim" dediği heyecanda
taşıyamıyorum artık bedenimi!

kendimi ispiyonluyorum
bir câsûsun kurşuna dizilme hakkını
görebilmek için kendimde

terâzî burcundan gündönümlerinde
akşamdan kalma yorgun bir gündüzün sarhoşluğu,
kazandığı savaşlardan topladığı madalyaları
ağlayarak sayan bir askerin gölgesiyim

ahh!
göz özü görmeyen bir havada
fâreli köyün kavalcısını arıyorum:
ömrümün kalan kısmına hükümlü
peşînâtsız dört taksit sudan ucuz üç kuruşluk acılarımı
dökmesi için denize!

© Reha Yünlüel
aus: Katedralden Düşen Kuş
ISTANBUL: Virtüel, 2000
ISBN: 975-96720-4-9
Audio production: Hans-Pascal Blanchard

le gros lot

französisch

je tire un billet de loterie

à la main tremblante

d'un vendeur aveugle

si je l’amortis

pour ma vie perdue

j’aurai tiré le gros lot


je marche le long d'un mur maçonné de toi

en me tenant à lui maçonné de toi

je m'évade de la solitude, je crois

quand je lui envoie une invitation


je fragmente ces "toi"

que me fragmentent, moi

j'essaie de boutonner ma vie rapetassée

de mes mains maladroites


je suis comme un sac de sable rapiécé

je reviens de me battre

à l'heure de pointe

je suis fatigué, épuisé

je m’en veux à moi-même !


dans le regard enceint de milliers de questions

les réponses sont enfouies en elles

je me tire moi-même en désespoir

comme l'escargot tire sa coquille

je ne sais pas porter mon corps

comme la tortue heureuse en sa maison


je m'espionne moi-même

pour avoir le droit d’être fusillé

comme espion


dans l'équinoxe de la balance

je suis l'ivresse d'un jour à la gueule de bois

je suis l'ombre d'un soldat

qui compte en pleurant ses médailles

moissonnées dans les guerres remportées


oh!

par temps de brouillard

je cherche le joueur de flûte du village aux rats :

pour qu'il jette à la mer mes peines de quat’sous,

bon marché, payables en quat'fois sans avance

et condamnées à perpétuité

french version / version française : Belkis Sonia Philonenko, Pascale Gisselbrecht, Reha Yünlüel

yaşmak

türkisch | Reha Yünlüel


çarmıhın Îsâ'sından doğmuştu Mehdî
ağaçların şarampole düşmüş felçli ellerinde

"ben rüzgârın pelerininde
yaşmağınızın ucuna takılmayı düşlüyordum"
diyordu

ve sizin anlayabileceğiniz istasyonlardan
biri değildi rüzgâr

ismi hiç duymadığınız bir -ism olsa da
zaten bildiğiniz bir joerafyadan gelmiyordu

"ağaçlar sakatlıklarını
bir çift mevsimde ölürler"
dedi

tepedeki yapraklarını soyunmuş
incir ağaçlarını göstererek

"ölümlerinden olurlar, olurlarından ölürler"...

© Reha Yünlüel
aus: Katedralden Düşen Kuş
ISTANBUL: Virtüel, 2000
ISBN: 975-96720-4-9
Audio production: Hans-Pascal Blanchard

le voile

französisch

il était né, le Mahdi,

du Jésus de la croix

au creux des mains raidies des arbres

tombées dans les ornières


« je rêvais d’effleurer

le bout de votre voile

porté par la pèlerine du vent » disait-il


mais le vent n'était pas un auvent

que vous puissiez saisir


vous n'aviez pas entendu son nom

il ne sortait pas d’une nomographie connue


« les arbres perdent leur difformité

pendant la double saison » dit-il


en montrant les figuiers dénudés

de leurs feuilles sur la colline


« la mort les fait mûrir

mûrir leur donne la mort »

french version / version française : Belkis Sonia Philonenko, Pascale Gisselbrecht, Reha Yünlüel

beşinci yolcu

türkisch | Reha Yünlüel

hoyrat bir poyraz
buruşturur yüzlerimizi,
soğuk tabancanın namlusu
damlar elime

otobüs, durağına varmamıştır henüz
otobüs henüz durmamıştır
elim seni vurmamıştır

iki motorsikletli
gölün bir yakasında inerler,
okyunus görmemiş iki yunus
özlemle bakarlar göle:
gölü, akıllarında tutarlar

İpekyolu’nda bir kervan, güneşinden soyunur
iflâholmaz çöl, kumlarına şal niyetine sarılır
gözlerim İpekyolu’nda o kervana asılır
kervan, çölü deler geçer
başparmağım tabancanın horozuna asılır

kervan, gelincik tarlasına düşer:
tarla,
daha pıhtılaşmamış
kırmızı ve büyük bir can damlasıdır

horoz bir kez daha öter
gözgöz(e) tutuşmuş iki yunus,
yeni doldurulmuş çakmaklar gibi
tek alev şeridinden hâre’gürül bir kanar

tarlanın canı bir kez daha yanar

elim,
solşakağının yanık penceresini düşeder

durakta, mâvi ayaklı bir kadın vurulur:
sen,
daha pıhtılaşmamış
kırmızı ve
küçük bir cam damlasıdır

durakta dört ceset vardır;

yine de
otobüsün aklı fikri
intihârımdadır!

serin bir temmuz dolunayında
beş yolcusuyla kalkar otobüs
             tabancanın (u)yanık kapısından
                  gelincikler pıhtılaşır

© Reha Yünlüel
aus: Katedralden Düşen Kuş
ISTANBUL: Virtüel, 2000
ISBN: 975-96720-4-9
Audio production: Hans-Pascal Blanchard

le cinquième passager

französisch

une bourrasque glacée

fripe nos visages

le canon du pistolet gelé

goutte dans ma main


le bus n'était pas encore arrivé

le bus ne s'était pas arrêté

ma main ne t'avait pas abattue


les deux motards descendent au bord du lac-

deux chiens de mer qui n'ont jamais vu la mer-

ils le regardent avec regret

     ils tâchent de s’en souvenir


sur la route de la soie une caravane se dévêt de son soleil

le désert frondeur s’enroule de sable comme d'un châle

      mes yeux s'accrochent à cette caravane sur la route de la soie

        qui troue le désert

     mon pouce s'accroche au chien du pistolet


la caravane est précipitée dans un champ de coquelicots :

     le champ,

     une lourde goutte d’être rouge

     pas encore coagulée


le chien aboie encore une fois

      les chiens de mer en feu, les yeux dans les yeux,

      saignent comme les flammes qui montent

      de briquets fraîchement chargés


le champ dans son être souffre à nouveau


ma main

rêve de la fenêtre brûlée de ta tempe gauche


à l'arrêt de bus, une femme aux pieds bleus gît abattue :

                     toi,

                     une petite goutte rouge de verre

                     pas encore coagulée


à l'arrêt de bus gisent quatre cadavres;


           mais

           le bus encore réclame

           mon suicide !


dans la fraîche pleine lune de juillet

le bus repart avec ses cinq passagers

      de la gueule roussie du pistolet

      des coquelicots coagulent

french version / version française : Belkis Sonia Philonenko, Pascale Gisselbrecht, Reha Yünlüel

Manhaym'a yağmur yağıyordu...

türkisch | Reha Yünlüel

Manhaym'a yağmur yağıyordu
ve ben, bilirsin
yağmursuz yaşayamıyordum

bir mâvi yağmur dokunuyordu bana
ve sen
İspanyol kırması sevgilini
birbuçuk ay önce terketmiştin

Manhaym'a yağmur yağıyordu
bir İrlanda müziği vardı tam ortada
ben sırılsıklamdım
 sen de
 sende uğuldayan o güzelim müzik de
  ve ben şarabı hâlâ içmek için içiyordum
  tatmak için değil
    sense farklıydın
    tatmak için bekliyordum seni

kumarda kaybedilmiştim
zarlarım kırıktı
şâh çekilmişti şâhıma

Manhaym'a yağmur yağıyordu
bana sen
sana o İrlanda müziği
ne derlerse desinler
ıslaktım ıpıslak
 kâğıtlarımsa hiç sorma!
   yeşil çuhalı bir masada bir don bir gömlektim

dünyânın tüm biralarını deniyordum sırayla
sarhoştum ama devrilmiş değildim

gökte
ışıklardan bir top oluşmuştu
gecede

sarhoştum
kapitalistin allahı
komünistin peygamberiydim
çelişki annemdi

sırığın teki
işgâl etmişti görüntümüzü
  sırık da sırıktı hani
eşşekoğlueşşeği zıplayarak geçtik kıyısından
sırık öfkeliydi

Manhaym bende kaybolmuştu
ben Manhaym'da kaybolmuştum
sırıksa iki arada bir derede kaybolmuştu
                       anasını satmıştım
                       sırığın işte

gökyüzünde pamuk tarlaları vardı
toplanmamış
ben topladım!
canım sıkkındı
sarhoştum
içim acıyordu
Manhaym'a yağmur yağıyordu

şarkı söylüyordum
bir korna çaldı
   kornaya, kornayı çalana, kornayı îcat edene,
   kornayı kullanana, sevene, hürmet edene, kornanın ebesine
allahına kadar sövdüm
  korna şarkımı kırmıştı

Manhaym'a yağmur yağıyordu
bir uçağın pencere kenarındaydım
kanadında
"kanadında yürünmemesi rica olunur" yazılıydı
 trenlerdeki "pencereden sarkılmaması rica olunur" cinsinden
 âdet yerini bulsun diye belki de

bilmem kaçbin fiit yükseklikte
uçağımın kanadında yürüdüm
ardımdan
açtığım pencereyi kapattı bir hostes
  alaylı bir gülümsemeyle

Manhaym'a yağmur yağıyordu
sahnede bir İrlanda müziği ağlıyordu
  ben münâsip bir yerde atladım uçaktan

gözlerimi Manhaym'a dökmüştüm
  Manhaym'a yağmur çökmüştü
  ben Manhaym'da çökmüştüm
    Manhaym'a yağmur yağıyordu

© Reha Yünlüel
aus: Katedralden Düşen Kuş
ISTANBUL: Virtüel, 2000
ISBN: 975-96720-4-9
Audio production: Hans-Pascal Blanchard

il pleuvait sur Mannheim

französisch

il pleuvait sur Mannheim

et moi, tu me connais,

je ne pouvais vivre sans pluie


une pluie bleue me touchait

et toi

tu avais quitté ton amant

le métis espagnol

un mois et demi auparavant


il pleuvait sur Mannheim

tout au milieu

une musique irlandaise jouait

j’étais mouillé

toi aussi

la musique gémissait en toi, aussi

je ne buvais le vin que pour boire encore

et non pour le savourer

toi, tu étais différente

j’attendais de te savourer


j’avais perdu ma mise

mes dés étaient pipés

on avait dit « échec » à mon roi


il pleuvait sur Mannheim

tu pleuvais sur moi

la musique irlandaise sur toi

quoi qu’ils aient pu dire

j’étais tout mouillé

ne me parle pas de mes cartes

je jouais ma dernière chemise sur le tapis vert


je goûtais toutes les bières du monde

j’étais saoul mais je ne suis pas tombé


au ciel

un ballon de lumière est apparu

dans la nuit


j’étais saoul

j’étais le dieu des capitalistes

le prophète des communistes

la contradiction était ma mère


un grand dadais

a envahi notre champ de vision

c’était vraiment un grand dadais

on est passé devant ce benêt en sautillant

le dadais était furieux


Mannheim était perdu en moi

j’étais perdu en Mannheim

et le dadais était perdu entre le temps et nous

voilà, j’avais réussi

à m’en débarrasser


il y avait des champs de coton

qui n’avait pas été cueilli

je l’ai cueilli !

je m’ennuyais

j’étais saoul

j’avais mal en moi

il pleuvait sur Mannheim


alors que je chantais

un klaxon a klaxonné

j’ai insulté

le klaxon, celui qui a klaxonné, celui qui l’a inventé,

celui qui l’utilise, qui l’aime, qui le respecte, qui l’a mis au monde

jusqu’à son dieu

le klaxon avait brisé ma chanson


il pleuvait sur Mannheim

dans l’avion j’étais assis à côté du hublot

il était écrit

"ne pas marcher sur l’aile"

comme dans les trains "ne pas se pencher par la fenêtre"

pour que les usages persistent, peut-être


je ne sais à quelle hauteur

j’ai marché sur l’aile de l’avion

une hôtesse de l’air

a fermé derrière moi

avec un sourire moqueur

le hublot que j’avais ouvert


il pleuvait sur Mannheim

sur la scène la musique irlandaise pleurait

dès que j’ai pu

j’ai sauté de l’avion


j’avais versé toutes mes larmes à Mannheim

sur Mannheim la pluie s’était déversée

la pluie m’avait renversé

il pleuvait sur Mannheim

french version / version française : Belkis Sonia Philonenko, Pascale Gisselbrecht, Reha Yünlüel

kırmızı hapşırık

türkisch | Reha Yünlüel

gece,
dünyâsına yapıştırılmıştı;
kaygan,
ve yapışkan siyâhî bir uçurumun,
önünde,
          tam önünde
                aşağıya bakışı kadar korkunçtu
                                                          karanlık!

parmaklarının önünde akan akşamı
gözkapaklarıyla tutmaya çalışan hırçın bir saatti kadın,
               kırmızı bir gece lambasının
               karanlığı kendine dönüştüren sesinde
               ya da yelkovanın
              akrebine verdiği saatbaşı bûsesinde

kadın, patlatırdı kendini bir yerlerde
adam, mayınlanmış bir ölüyü çiğnerdi
                 yürekleri kalbikatür çocuklar
                 ağlardı her ikisinde de…

sarı, haşarı çocukların sarı kibritlerinden
tutuşurdu kaçak tüpgazlar
             maldan yangın kaçırır gibi bakarlardı
             mahkeme zabıtlarından

saçlarının kızılını bulutlara dağıtmış bir gülbatımında
akkara leylekler gagalarıyla alkışlarlardı
alkara kostümlü gösteriyi

Banksy fırçasından önlüklü,
kravatlı bir zebra düşerdi
göz(k)aralıklarına,
           ve diğer onbir ayına gözlerinin;

bir Massai yerlisi geçerdi
adı’mları yarı kapalı,
söylediklerine göre
Mişigın üniversitesinden dip’lomalı…

Afrika’da şu an bir güneş batmaktadır
gedikli bir kameraman
asar gaz lambasını baobab ağacına
‘nasıl bir ölüm’le bakar
güneşin bir diken gibi
Azrâil Vâdîsi’ne uçsuz bucaksız batışına!

filler kavurmaktadır su borularını!
vâhası serabına karışık Afrika çöllerinde
anlamak mânidir fil yavrularının sus’uzluğunu!

bahçeli kilisenin tonton râhibeleri
kiraz toplamaktan gelmektedirler
            al lekeli ak fistanlar içinde
ve dalından
yeni koparılmış günahlar gibi saklarlar kirazlarını
           top yüreklerinin tor menzilinde…

uzak bir ülkede Timoti isimli bir adam
araba gibi kullanır vücudunu
beynine yekvücut inanarak
      intihâr eder onlayn, sekseninde!
                saklanması üzere beyninin
                bin yıl sonra geriye dönüşünde
                kestirir boynundan
                tası çoktan atmış kafasını
                ve başsız cesedini
                mîrâsçısız intikal ettirir devlete!

“kaç tükenmez kalemde
tükenir bir aşk?” der birisi
“ve bir ölüm
kaç sahifeden ibarettir?!”

kâbiliyetsiz aşklarda boğulur yüzler
hikâyesini ise
bisikleti üzerinde hapşıraduran adam anar

her ne kadar kötü bir öyküyle
hançerlenmişse de sırtından bu şiir
inatçı bir gecede uzamış sakalları yanar

© Reha Yünlüel
aus: Katedralden Düşen Kuş
ISTANBUL: Virtüel, 2000
ISBN: 975-96720-4-9
Audio production: Hans-Pascal Blanchard

éternuement rouge

französisch

la nuit

était soudée à son monde

les ténèbres aussi terribles

que son regard vers en bas

        devant lui

           juste devant lui

               comme un abîme noir collant

                   glissant !


la femme c’était une horloge revêche

dont les paupières tentaient de happer

la nuit coulant devant ses doigts

      dans l’écho d'une lampe rouge

      qui changeait le noir en clarté

      ou dans les baisers qu’à chaque rencontre

      la grande aiguille donnait à la petite


quelque part la femme se faisait exploser

l'homme mâchait un cadavre miné

      pour tous les deux, des enfants

      le cœur moqueur pleuraient…


des bombonnes de butane

s'enflammaient aux allumettes jaunes

des enfants blonds et délurés

     à travers les comptes-rendus de la Cour

  ils regardaient comme s’ils voulaient

  sauver les flammes de leur proie


dans le crépuscule de roses versant

le roux de ses cheveux sur les nuages

les cigognes en noir et blanc acclamaient de leur bec

le spectacle costumé donné en rouge et noir


un zèbre au tablier et portant la cravate,

sorti tout droit du pinceau d’un Banksy

tombait dans tes yeux au noir de décembre

      puis dans les onze autres mois de l’année


un indigène Massaï déambulait

de son pas entrebâillé

de l'université du Michigan

diplômé on le disait


le soleil à présent s’enfonce en Afrique

où un cameraman familier

accroche sa lanterne à un baobab

saisi de mille morts il regarde

le soleil comme une épine plantée

à l’infini dans la Vallée d’Azraël !


des éléphants calcinent les rigoles de l’eau!

dans les déserts d'Afrique

où l'oasis et le mirage se confondent

personne ne peut comprendre

la soif muette des éléphanteaux !


les sœurs potelées de l'église

revenaient du jardin

avec leur cueillette de cerises

        vêtues de blanc, tachées de rouge

mais leurs cerises, elles les cachaient

comme des péchés fraîchement cueillis

       parmi les desseins de leur cœur


dans un pays lointain,

un homme du nom de Timothy

conduit son corps comme une auto

il n’a foi qu’en son cerveau

       se suicide en ligne à quatre-vingts ans

       se fait décapiter

       pour qu'on garde son cerveau

  qui en a perdu la tête

      quand il reviendra dans mille ans

      il lègue à l'Etat son cadavre

      sans tête et sans héritier


« combien de stylos à bille faut il

pour épuiser un amour ? » dit l'un

« et combien de pages contiennent

une mort ?! » répond l’autre


les visages se noient dans les amours malhabiles

et l'homme qui éternue sur son vélo

raconte son histoire


même si ce poème est poignardé dans le dos

par une mauvaise fable

sa barbe brûle

qui a poussé par une nuit rétive

french version / version française : Belkis Sonia Philonenko, Pascale Gisselbrecht, Reha Yünlüel

katedralden düşen kuş

türkisch | Reha Yünlüel

katedralden bir kuş düşer
bildik bir Strazburg akşamının üzerine
bir mevlüt okunur
bir ağıt yakılır
        ardından o karanlıkta
        bir canavardüdüğünün peşisıra

imamın sesi kısılmıştır
papazın yüzüyse allak bullak
bir kalabalık toplanmıştır Kleber Meydanı’na
     kalabalığın dudakları
     adı bilinmedik bir şâirin mısrâlarına tutukludur

katedral sessizdir
mumları alev almaz
kapıları ardına dek açıktır
kimsecikler girmez

kalabalık
Kleber Meydanı’ndadır
ses ve alev de

köşebaşındaki ayyaş bir zencinin
gözleri tarafından gözaltına alınır
kalabalığın dudakları ossaat


zencinin gözleri kançanağı kırmızıdır
     katedralin tüm alevi gözlerindedir
     şehrin tüm sesi şişesinde
     her yudumda o an şâirdir kendileri

mısrâlar
mısrâları tutkular

kim şâirdir kim değil
anlamak gereksizdir

şarabında kaybolmuş şişesinin
      dibindedir şâir

balkonundaki çamaşır ipine şâirin
bir çift gökkuşağı asılıdır

kurumamaya yeminli
          gökkuşağından damlar hepsi:
              alevi ve sesi yitik katedral; zencinin kan çanağı;
              kalabalığın huzursuzluğu; adı bilinmedik şâirin adı

hepsi, ama hepsi
kullanılmamış bir haritaya sargılıdır
           dört kitapta yazmasa bile adı, şâirin,
           dağcının el kitabında muhakkak yazılıdır

© Reha Yünlüel
aus: Katedralden Düşen Kuş
ISTANBUL: Virtüel, 2000
ISBN: 975-96720-4-9
Audio production: Hans-Pascal Blanchard

oiseau tombant de la cathédrale

französisch

un oiseau tombe de la cathédrale

dans la nuit familière de Strasbourg

le mawlid est récité

un requiem, chanté

      dans les ténèbres

          en écho aux sirènes policières


la voix de l'imam était enrouée

le visage du prêtre bouleversé

Place Kléber

la foule se rassemble

     ses lèvres

     prisonnières

     des vers du poète inconnu


la cathédrale est silencieuse

les cierges ne s’enflamment pas

les portes sont grand ouvertes

personne n’y entre


la foule est sur la place Kléber

la voix et la flamme aussi


les lèvres de la foule

sont surveillées

par les yeux d'un Noir ivre

au coin d’une rue


rouge sang sont les yeux du Noir

      la flamme de la cathédrale

         s’y reflète

      la voix de la ville

        est dans sa bouteille

à chaque gorgée bue

     il se fait lui-même poète


les vers

talonnent les vers


qui est poète ? qui ne l’est pas ?

ne cherche pas à savoir


le poète est au fond de la bouteille

      elle-même noyée dans son vin


à la corde de son balcon

pendent des arcs-en-ciel mouillés

faisant serment de ne pas sécher

          tout s’égoutte :

    la cathédrale sans flammes ni voix,

    le rouge sang des yeux, l’inquiétude de la foule,

    le nom du poète inconnu


et tout, tout ensemble

s’enroule autour d’une mappemonde vierge

      même s’il n’est pas inscrit

         dans les livres sacrés

      le nom du poète est sans doute noté

        dans le guide des montagnards

french version / version française : Belkis Sonia Philonenko, Pascale Gisselbrecht, Reha Yünlüel

çırak

türkisch | Reha Yünlüel

        Simurg’a

hepimiz
çırak yamanmışız
bu hayata:

yamadıkça
deliklerimizi
açılır delik…

© Reha Yünlüel
aus: Katedralden Düşen Kuş
ISTANBUL: Virtüel, 2000
ISBN: 975-96720-4-9
Audio production: Hans-Pascal Blanchard

apprenti

französisch

         au Simorgh


nous sommes tous apprentis

tous rapiécés

dans cette vie


en rapiéçant nos brêches

la brêche s’élargi

french version / version française : Belkis Sonia Philonenko, Pascale Gisselbrecht, Reha Yünlüel